İnsanlar bazen, manastır yaşamının bir tür kaçış olduğunu söyler. Paraya hiç el sürmemek, yalnızca kraliyet üyelerine ya da çilecilere verilmiş bir ayrıcalıktır. Avrupa'nın haritadan silindiğini bilmemek de kulağa lüks bir umursamazlık gibi gelse de, bir manastırda yaşamanın, ancak Wormwood Koruluğu'nda oturmak kadar kaçmakla özdeşleştirilebileceğini de unutmamak gerek. Gerçek anlamda kaçmak, dışarı çıkmayı gerektirir, içerde kalmayı değil. Bir gece, Berlin Duvarı'nın batısından doğusuna geçen aklı yerinde olmayan ayyaş, kaçmaya çalışmıyordu. Bu genç kadınların yaşamları, Viktorya dönemindeki bir oda hizmetçisinin yaşamından çok daha zordu. İçlerinden çoğu, kuşkusuz, manastıra girmeye karar verdiklerinde, çok büyük ödünler vermemişlerdi; birer rock starı olan erkek arkadaşlarını terk etmemişler ya da nörocerrahlar olarak parlak kariyerleri tepmemişlerdi. Çoğunun evinde pek az huzur vardı. Günümüzde olduğu gibi, o günlerde de, İngiliz Katolikler'in çoğu, Evelyn Waugh'un dostları değil, İrlanda işçi sınıfından insanlardı. Onların dünyadan vazgeçmeleri, yüreklilik kadar bir boşvermişlik de olabilirdi, tıpkı bir Yeşilaycı gibi, büyük bir söz vererek ondan kurtuluyorlardı. Peçenin altına girmek, günahlara karşı insanın kendisini karantina altına alması gibi bir durumdu, çünkü bir manastırda, kötü alışkanlıklarla karşılaşmanız olanaksızdır.