Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kapı Bekçisi

Terry Eagleton

Kapı Bekçisi Sözleri ve Alıntıları

Kapı Bekçisi sözleri ve alıntılarını, Kapı Bekçisi kitap alıntılarını, Kapı Bekçisi en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İçinde yaşadığımız, Beckett'ın oyunlarını andıran evrendi, hem özenli hem de saçmaydı. Her şey hem açık seçik hem de silikti, tuhaf bir gizem ve saydamlık karışımından oluşuyordu.
Hiç olacak şey mi!!!
Başlangıçta, içimdeki cinsel dürtülerin rahipliğe kabul edildiğimde yok olacağını düşünüyordum. Tıpkı bir ak­nenin ya da pudinge duyulan çocukça bir düşkünlüğün ya da çocuk poposundaki isiliğin iz bırakmadan silinip gitmesi gibi, insanın libidosundan da kolaylıkla kurtula­bileceğini düşünüyordum.
Reklam
Bir manastır hücresinde bir soykırım ya da mülteci akını düzenlemek ya da Birmanyalı çocukları kö­leliğe zorlamak son derece güçtür. Bu dindar gençlerin peçenin altına girmelerinin nedeni, dünyadan nefret et­meleri ve tensel zevklerden vazgeçmeleri değildi, çünkü bunları yeteri kadar tanımıyorlardı bile. Vazgeçtikleri dünya, sevdikleri bir dünyaydı; anne ve babalarıyla kar­deşlerinin bulunduğu bir dünya, hırsın ve kötülüğün dünyası değildi. Onları, bir altın madencisi kadar sert ve bir icra memuru kadar katı olan bu ruhsuz varoluşun içi­ne, yalnızca anlaşılması güç bir sevgi karmaşası sürükle­miş olabilirdi. Geceleri dua etmek için birkaç kere kalkar, kuşlar kadar az yer, kendilerine ait hiçbir malları olmaz ve yaşamlarının geri kalan günleri bu kapalı duvarlar ara­sında bir avuç tuhaf insanla geçirmek için yeterli bir sab­ra sahip olmak zorunda kalırlardı. Yaptıkları, Hizbul­lah'la birlikte bir süpürge dolabına kapanıp, canlarının okunmasına izin vermekti daha çok.
Saçmalık derecesine varan bir fantezi içinde, dünyanın en zengin üç adamı­nın ortak servetleri, dünyadaki en yoksul 600 milyon ki­şinin malvarlığına eşittir. Öyküye, iç karartıcı duygusal bir hareket kazandırdığımızda, dünyanın en yoksul ülke­lerinde saatte 200 bebeğin yaşamını yitirdiğini görebiliriz. Bu fabl yalpalanarak daha sonraki aşamalarına ilerledi­ğinde, anlatısal birliğin son kırıntıları da, savaşların, aç­lıkların, diktatörlüklerin ve devrimlerin içinde parçalanıp yok olur ve yan kurgular havada öylece asılı kalır, aynı olaylar mantıksızca yinelenip durur, karakterler durma­dan geri dönüştürülür ve verimli olabilecek kurgular dik­katsizce yok edilir. Kimse, bunların tek bir sözcüğüne bir an bile inanmaz.
Gerçekçilik, bazı sol çevrelerde çok az rastlanı­lan bir özelliktir. Geçenlerde Londra' da düzenlenen sos­yalist bir konferansa katıldım. Genç bir işçi ayağa kalkıp, daha önce, bugünlerde olduğu kadar çok devrim fırsatla­rının olmadığını söyledi. Belki de bir süre, karanlık bir odada kafasına bir kese kağıdı geçirerek oturmuş olma­lıydı, fakat herkes onun söylediklerini coşkuyla alkışladı. Böylesi gülünç yorumlar, sol çevrelerde işte böyle alkışla­nır. Solda, çorak bir nükleer arazide tek bacaklarıyla yü­rümeye çalışırken, hala büyük bir umutla bir devrim bek­leyen insanlar vardır. Böye bir ortamda, gerçekçilik kö­tümserlik olarak görülür, tıpkı Victoria dönemi orta sınıf­larında olduğu gibi. Biçimsiz ve belirsiz olana karşı, er­demli bir korku vardır, tarihin daha trajik boyutları, ni­telikli bir komedyenin ellerine bırakılır. 'Sürekli bir iler­leme dalgası'ndan ve 'yaklaşan kitlesel hareket'ten söz etmek; Ortodoks politikacıların hızla değişen bir dünya­da yaşadığımızı söylemesi, bunu izleyen güçlü değişim­lerle yüzleşmemiz gerektiği, fakat aynı anda da taze ola­nakları değerlendirmemiz gerektiği, partilerinin politika­larını eyleme döktüklerinde herkesin ne kadar kazançlı çıkacağını belirtmeleri ve en yüksek derecedeki birliğin, yalnızca en zengin çoğulculukla elde edilebileceği gibi sı­radan birer klişe halini almıştır
Yerel partinin yönetim komitesiyle görüşmeye çağrıl­dım. İçlerinden birkaçını, birkaç mağazada kasanın arka­sından bana bir et paketi ya da bir çift çorap uzatan sa­tıcılar olarak tanıdığım bu kurulun üyeleri, donuk surat­lı bürokratlardı.
Reklam
Vatansever çığlıklarımız, her zaman içi boş bir vıraklama gibi hafiften bir ikiyüz­lülük saçıyordu.
Siz kendiniz bir azınlık olsanız da, tuhaf ve sı­radışı olanı ödüllendirme yönünde eğitilmiyordunuz ve çevrenizdeki tuhaf ve yalnız kalmış insanları bağrınıza basma düşüncesi sizi açmıyordu. Özellikle yeniliklere ka­palı olduğunuz için, daha fazla İngiliz sayılırdınız, çünkü insanların yüzyıllardır inandığı şeyler, tuhaf kişiliklerin bir gecede geliştirdikleri eksantrik düşüncelerden, gerçe­ğe çok daha fazla yakındı. Fakat çoğulculuğu kendi içinde bir meziyet olarak değerlendirdiğinizde ve herkesin aynı şeyi düşündüğü bir dünyanın gülünç olacağını bildi­ğinizde, liberal bir İngiliz olamazdınız. Tersine, herkesin aynı düşündüğü bir dünyanın harika olacağını düşünür­dünüz. Dünyanın çok farklı insanlardan ve çok farklı dü­şüncelerden oluştuğunuzu bilirdiniz, ama bunu olumlu bir özellik olarak değil, daha çok bir talihsizlik olarak de­ğerlendirirdiniz.
Aslında akıllı bir insandı, ama ideoloji beynini yavaş yavaş kullanılmaz hale getirmişti. Fikirlere, bir güreşçi ya da borsacı kadar alerjisi vardı. Eline evrenin gizemi ile ilgili bir metin verdiğinizde, fark edeceği tek şey yanlış yere konmuş noktalı virgül olurdu.
Sayfa 126Kitabı okudu
Bu dünya, tatsız bir dünyaydı ve çocukla­rına bu dünyada nasıl davranılmasını öğreterek onları işe yaramaz hale getiremezdi. Aşk yapılırdı, hissedilmezdi.
Reklam
Bu karmaşık günlerde, tüm dini tarikatlar yeni üyeler kazanmak için çabalıyor ve bir­ çokları da tüm üyelerini kaybediyordu.
1970 yılında, tarihin en kanlı dönemi olan yirminci yüzyılda, insanların neden olduğunu ölüm­lerin 100 milyonu bulduğu saptandı. Bu tarihten otuz yıl sonra, bu rakama sayısız katliam daha eklendi. İnsanlığın öyküsü, sonu gelmez bir çentik ve oyuk uğultusundan oluşuyor ve dünyanın her yerinde tarih bunu kanıtlamak­tadır.
Liberallere göre cana­varlar yoktur, yalnızca yoksullukla şiddete itilenler var­dır; muhafazakarlara göre canavarlar başka insanlardır; radikallere göre canavarlar bizleriz. Ancak Eski Ahit' e göre onlar 'anavim' yersiz yurtsuz ya da dünyanın pislik­leridir, bugünkü düzende tek bir dikili taşları yoktur, bu yüzden de bu varlıklar sefaletin içinde yeni bir yaşam olasılığını simgelemektedirler. St. Paul, İsa 'yı da bunlar­dan biri olarak görmektedir.
Bir Brecht şiirinde yapılan yorum gibi: 'Ah, ortalığı dostluğa açmaya çalışan bizler, biz daha kendimiz dost olamadık.'
Yaşam­daki amacımız, mezar taşlarımıza 'Hiç mutsuz olmadık,' yazdırmaktı.
162 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.