“Şimdi okumak için elinde vakti olanlara avazım çıktığı kadar sesleniyorum:
Ey Allah'ın kulları okuyun... Şu üstünüze çöken, şu bizi boğan, şu birbirimize küfrettiren, kurşun sıktıran, şu bombaların patladığı, şu insanların solgun yapraklar gibi caddelere döküldüğü, şu enflasyon paraları ile kurşunlanan vitrinlerden, şu insanları koltuklarına mıhlayan televizyondan, şu yaşamayı işkence haline getiren zam haberlerinden, şu anarşi bültenlerinden kurtulmak istemez misiniz? Kitaplara dönün, okurum diye aldığınız, masanızın üzerine bıraktığınız kitaplara dönün. Kütüphanenizin raflarında unuttuğunuz kitaplara dönün. Barış için kitaplara dönün, Oh dünya varmış!.. diyebilmek için kitaplarınıza dönün.
Bakın, dünyada gül yetiştiren adamlar da varmış...”
Annesinin velayet çapında diyeceğim bir sabrı ve tevekkülü vardı. Bir velinin, Nakşibendi Şeyhi Abid Efendi’nin himayesinde yetişmişti.
Çocuklarına da oradan edindiği müktesebatı aktarmıştı, temel çok sağlamdı.