“Tutturmuşlar bir Leyla ile Mecnun hikâyesi. Bin yıldır onu anlatıyorlar. Şöyle âşık olmuş da böyle çöllere düşmüş de falan filan. Leyla’nın ablasının Mecnun’a delice âşık olduğunu biliyor musun peki?” Bilmiyordum elbette.
“Evet, Leyla’nın bir ablası var ama kimse bilmez onu. Mecnun’a da delice âşık. Fakat kız kardeşinin aşkını fark ettiği anda geriye çekilir ve hiç sesini çıkarmaz. Sinema Leyla’nın değil, Leyla’nın ablasının aşkını anlatırsa, onun peşine düşerse sinema olur."
Herhalde gitmekten ve gezmekten en keyif aldığı mekânlardı sahaflar. Kitaplara eski bir dosta sarılır gibi sarılır, sahaflarla en içten sözlerle ve sevgiyle konuşurdu.
Sevmek Zamanı farklı katmanları ve değişik okumaları olan kült bir filmdir. Bir doğu geleneği olan “Surete Âşık Olma” meselesi ve senaryoda alttan alta çok sert biçimde hissedilen “sınıfsal çelişkiler” sorunu günümüzde bile bu filmi üzerinde tartışılır kılmaktadır.
Ataşehir’de 67 metrekare bir ev. On yıl geri ödemeli taksitleri var. Anama haber verdim. Adağı varmış kadının, oruç tuttu bir hafta. Bir de Avanos otobüsüne koyarak yeni oyulgadığı yün bir yorgan gönderdi.
“Hayatım boyunca hiçbir siyasi partiye üye olmadım,” diyerek başladı konuşmasına. “Hayatım boyunca hiçbir siyasi görüşün yanında durmadım, ” dedi. “Sadece devletimin yanında oldum.”
Metin Abi okunup geri getirmek üzere ödünç kitap vermeyi hiç sevmezdi. Galiba çok önceden biliyordu, insanların en güzel kütüphanelerini dostlarından alıp geri vermedikleri kitaplarla kurduklarını.
Aşk ancak âşığın, aşk yüzünden acı çeken insanın gözünden bakılarak gösterilebilir. Aşk acı çekme ve imkânsızlıkla ilgili bir durumdur ve işte; bu yüzden aşktır.