Taştan bakışın perdelediği her şey, bir bakıma, belki, şimdiki birçok hayat Kendine Tapan Kasım’ın ayazlı, buz gibi soğuk trajedisi: Okumak, ödeşmek cesaret istiyor!
İçinde garip bir his vardı. Buna keder diyemezdi, hiddet diyemezdi; can sıkıntısı demek de doğru değildi. Bu hissi, tam manasıyla bir huzursuzluktu. Onu rahatsız eden, huzurunu kaçıran şeyin ne olduğunu tayin edemiyordu.
Bütün silahlarını terk ederek, boynu bükük bir halde kendisine mazlum mazlum bakan ve küçük bir çocuk gibi gözlerini kırpıştırarak “Olur mu? Bana karşı fena olma, olur mu?” diye yalvaran bir sesle soran kadına bakarken kendinden utandı.
Onu yoran Vahdet’ti. Bunu iyi biliyordu.
Zaten onunla tanıştığı günden beri o yorgundu. Dünyada Vahdet’i sevmekten, bütün dikkatiyle onun gözlerine ve dudaklarına takılı kalmaktan daha yorucu ne vardı ki?
“Peki!”
Peki! Belki de Nazan’ın bütün kabahati ondan gelen bütün hakaretleri mukabele, hatta şikayet dahi etmeden boynu bükük olarak kabul edişindeydi. Bu müdafaasız, sözsüz teslimiyetinde...
Beni sevmediği muhakkak mı? Bunun katiyetine inanmak istemiyordu. Bir ümit parçası bulmak, ona sarılmak istiyordu.
Dünyadaki saadetlerden benim nasibim yok mudur?
Bir kadına sahip olmak... Bu ne kadar güç bir şeydir. Bunun para ile kabil olabileceğini zannediyor musun? İnsan para ile satın aldığı bir mevcudun varlığına sahip olabilir mi?