Eski Yunan'da, Delfi tapınağının üzerindeki "kendini bil" ibaresinin imlediği bilgi, bu keşfin ve bu zanaatin bilgisiydi. "Kendini bilmek", bir "tefekkür"den ziyade, bir eylem ve bir "teknik"ti. İnsanın kendini bilmesi, tanıması hayat boyu süren "sonsuz" bir yolculuktu, varılacak bir yer -benliğin "özü"- yoktu, önemli olan yolculuğun kendisiydi.
Hedef, yolculuğun güzel olmasıydı, bu hedefi gerçekleştirmek için de "techne"ye; pusulaya, yelkene ve benzeri araç gerece, bunları kullanacak beceriye ve "doğa"ya ilişkin bilgiye gerek vardı. Bu "tekniğe" sahip olursa, kişi kendi benliğinin kaptanı olabilir, karaya oturmadan, kayalıklara toslamadan, anafora kapılmadan, alabora olmadan yaşayabilir, yolculuğun tadını çıkarabilirdi.
Kişinin benliğinin kaptanı olabilmesi için öncelikle kendine dikkat etmesi gerekiyordu. Bugün, gündelik dilde "veda jesti" olarak kullanılan "kendine dikkat et" sözü, eski Yunan'da felsefi bir ilkeydi, dahası, yaşam felsefesinin temeliydi. Kendine dikkat etmek, özen, ilgi, ihtimam göstermek, "kendini bilmek" ilkesine işlerlik kazandıran ana düsturdu.
Yaşamak bir zanaat, "kendine özen gösterme" zanaatıydı...