Bu kitabı okunacaklar listeme ne zaman ve neden aldığımı hatırlayamıyorum, belli ki üzerinden uzunca bir süre geçmiş. Yazılan incelemelerden etkilenmişim sanırım.
Kitabın birçok değerli okurun elinde gezdikten sonra benim elime ulaşması da değişik hikayeler barındırıyor eminim.
Yazacaklarımı kafamda toparlamaya çalışırken aklıma sürekli bir kelime takılıyor. Bir kitabı beğendiğimizi, taktir ettiğimizi ifade etmek için "güzel" veya "çok güzel" kelimelerini kullanmak zorunda mıyız? Bence değiliz.
Bu kitap güzelin tam olarak zıttı, karanlık ve dipsiz bir kuyu, güzel duyguları ve hayat enerjisini emen bir kene. Hayatı toz pembe görenlerin yüzüne inen sert bir şamar, sıyrılıp atamadığımız o keşmekeş bencillik, düpedüz insanlıktır bu kitap.
Cengiz Tuncer betimlemeleri ve tekrarları o kadar başarılı ve yerinde kullanmış ki, kalbinize inen darbenin etkisi bir misli daha artıyor. Kitabı okumaya başlar başlamaz okuduğunuz eserin çok farklı bir yapısı olduğunu anlayabiliyorsunuz. Yer yer konudan uzaklaşıp anlatımın etkileyiciliğine de kapıldığım oldu.
Yürüdüğünüz yolun çamurlu bir çıkmaz sokağa çıkacağını bile bile ayağınızı sürüyerek ilerliyorsunuz. Neler olacağını tahmin etseniz bile sayfaları çevirmeye devam ediyorsunuz. Çünkü belli ki yazarın anlattıkları yaşanmış ve belki de bir yerlerde yaşanmaya devam ediyor. Biliyorsunuz ki kafanızı çevirip başka tarafa baksanız bile hiçbir şey yaşanmamış gibi hissedemeyeceksiniz, görmezden gelmek bir çözüm değil.
Kocaman, kapkara, kanatları kanlı o kuşun hikayesini merak edenler bilsinler ki, kitabın sonuna kadar bir çok acıya katlanmaları gerekecek.