Eğer bir kadının yanındaki erkek nişanlısı veya kardeş gibi gördüğü birisi değilse, bu ya biraz uçarı ya da hizmetçi kızlar gibi "dolaşıyormuş" gibi görülürdü. İngiltere'de mağazada çalışan genç bir hanımefendinin hizmetçi kız gibi olma korkusuyla, örneğin gazetede çalışan bir hanımefendinin mağazada çalışan kız gibi olma korkusu veya gerçekten çok hoş herhangi bir hanımefendinin, çalışma hayatına düşüp geçinmek için savaş veren herhangi bir kız gibi olma korkusu arasında hiçbir fark yoktu. İnsanın başkalarını hoşgörüyle yargılaması böyle bir şeydi işte...
Taçlı Cumhuriyetimizin bu özgür vatandaşı bunları düşünerek rüyalara daldı. Yükseklere tırmanan bu rüyalar balon gibi şişirilmişti ve içi boştu. Doğuştan Britanyalıların, geriye doğru giderek sonlanan sosyal düzenini oluşturuyordu.
Varlığının otlarla kaplı sığ nehrinin karanlıklarından bir soru ortaya çıktı. Belli belirsiz, yüzeye hiç ulaşmadan yukarıda kalan bir soruydu. Güzelliğin mucizesine dair bir soruydu, hayatta olup bitenlerin ve hatıraların üstüne çok tuhaf bir şekilde ara sıra düşen amaçsız güzelliğin mucizesine dair bir soruydu. Zihninin yüzeyine hiç çıkmadı. Somutlaşmadı veya biçimlenmedi. Bir yüzün silueti gibi suların derinliğinden yukarı bakıp tekrar yokluğun içine battı.