Bir müminin kendisine bu sıfatı kazandıran özelliği göz önünde bulundurulduğu takdirde:
a) ya Allah nezdinde makbul din olan Islâm'ı benimsemiş
b) veya tamamını değil bir kısmını kabul etmiş
c) yahut Allah'ın dininden başkasına sarılmıştır.
- Eğer birinci şıkkı benimsemişse hakka teslim olmustur.
- Şayet ikincisini kabul etmişse dinin tamamina değil bir kısmına sarılmış demektir, bu ise haktan uzak olan bir durumdur, hatta Allah böylesinin kafir olduğuna tanıklık etmiştir.
(Aslında her kafir dinin bir kismini yerine getirmiş olabilir, fakat bununla mümin diye isimlendirilmesi mümkün görülmemiş.)
- Eğer üçüncünüsünü benimsemişse (ilahi nizami altüst edip) müminlerin varacağı yeri cehennem olarak belirlemiş ve peygamberlerin insanlığa sundugu "kendilerine iman" ilkesini ortadan kaldırmış olur.
Bunun yanında kendisi müslim vasfını elde edememiş ve Allah nezdinde makbul olmayan bir dinin sâliki durumuna düşmüş bulunur.
Iman akil ve nasların Allah'in birliği ilkesinin doğruluğuna tanıklık etmesinin adıdır; ayrıca yaratmanın da yaratıklara hükmetmenin de kendisine ait olup bu konuda ortağının bulunmadığına tanıklık edilmesi.
Islâm ise kişinin bütünüyle varlığını ve her şeyini tam bir kulluk statüsü içinde Allah Teala ya teslim etmesi ve bu konuda O'na hicbir ortak koşmamasıdır. Sonuç olarak her ikisi de kendilerinden kastedilen nihaî mâna açısından bir noktada birleşmiş olurlar.
"Onlar 'Hayat bu dünyada yaşadığımizdan ibarettir, kimimiz ölür,kimimiz yaşarız,bizi ancak zaman yok edebilir' dediler.Bu hususta onların hiç bir bilgisi yoktur, sadece zanna göre hüküm verirler" (casiye 45/24)
Kâinatta hiçbir şey yoktur ki öz yapısı itibariyle tamamıyla hayr olsun, öyle ki bi yönüyle onda asla şer bulunmasın; yine hiçbir şey yoktur ki bir yönü itibariyle onda aslâ hayr bulunamayacak derecede tamamıyla şer olsun.