Kim olduğunu senden iyi bilebilecek kimse yoktu. Sen de kim olduğunu bilmiyorsan, aynalarla yüzleşmeliydin. Çünkü en çok kendi mahkemesinden korkardı insan.
Yaşadığın her kötü anıyı, tıpkı o yara izleri gibi son nefesine kadar taşıyacaksın. O izler vücudunun güzelliğinden bir şey götürmüyor, tıpkı ruhundaki izler gibi. Sadece senin ne kadar güçlü olduğunu sembolize ediyorlar.
Her iyinin içinde kötü, her kötünün içinde iyi vardı. Bu dengeyi kurmak kendi ellerimizdeydi ve şiraze iki yönden birine doğru kaydığı zaman, kim olduğumuzu tam da o noktada belirliyorduk.
Mühim olan, geleceğin derdine düşmeden şimdinin tadını çıkarabilmekteydi. Yaptığımız her işin keyfine varabilmeliydik, çünkü bir daha aynı şeyi aynı koşullarda ve aynı düşüncelerle yapmayacaktık. Özellikle yıllarla sınırlı olan insan yaşamında çok daha hayati önem taşıyordu bu durum. Bazı şeylerin değişmeyeceğini, hep aynı kalacağını düşünüyorduk. Hatta monotonluk, bu düzen bizi zaman zaman sıkıyordu bile. Fakat her gün yeni bir maceraydı işte. Hayatınızın hangi yöne gideceğini bilemezdiniz, bütün insanların serüvenleri ayrı ayrı sürprizlerle doluydu.