Herakles’in sütunlarının{1} iç taraflarında yaşayan kavimlerle dışında yaşayanlar arasındaki savaşın üzerinden dokuz bin yıl geçtiği söyleniyor. İşte şimdi size uzun uzadıya bu savaşı anlatacağım. Bu yanda komutayı elinde tutan, savaşın ağırlığını başından sonuna kadar çeken, bizim şehirmiş. Öte yanda da savaşı idare edenler Atlantis adasının krallarıymış. O ada ki söylediğimiz gibi, Libya’dan{2}, Asya’dan daha büyük olduğu halde, depremler sonunda suya gömülerek, buradan açık denize çıkmak isteyen gemilerin geçmesine engel bir balçık yığınından ibaret kalmış
Unutma ki, Kritias, korkaklar hiçbir zaman zafer anıtları dikememişlerdir. Sözlerine cesaretle başla, Apollon’la Musaları yardımına çağırarak, eski yurttaşlarının erdemlerini bize tanıt, öv.
Vaktiyle tanrılar bütün dünyayı, yer yer, kendi aralarında paylaşmışlardı. Kavgasız, gürültüsüz bir paylaşma, çünkü ne tanrıların kendilerine uygun düşecek şeyleri bilmeyeceklerine inanmak doğru olur, ne de bildikleri halde anlaşmazlıktan faydalanarak ötekilerinin elinden almaya kalkışacaklarına. Bu adaletli paylaşmada her biri hoşuna giden payı aldıktan sonra, hepsi kendilerine düşen yerlere yerleştiler. Yerleştikten sonra da kendi malları, kendi yetiştirmeleri olan bizleri, çobanların sürülerini besledikleri gibi beslediler. Ama, hayvanlarını sopa ile otlatmaya götüren çobanlar gibi vücutlarımıza eziyet ederek değil; onlar, dümeninin başında gemisini idare eden gemici gibi, hayvanların en kolay idare edildiği yerden, yani arkadan, inandırma kuvvetiyle, ruhlarımıza istedikleri gibi hükmettiler. İşte bütün ölümlüleri böylelikle güttüler. Paylarına düşen bölgelerde böylece hüküm sürdüler.
Göklere, tanrılara ait şeylerin sözünü ederken, söylediklerimizin onlarla pek küçük bir benzeyişi de olsa, buna kanarız; ama insana ait, ölümlü şeyleri ince eler, sıkı dokuruz.
Erdemden başka her şeyi küçük gördükleri için de mallarına, mülklerine büyük bir değer vermiyorlar; altın külçelerini, başka zenginliklerini bir yük gibi taşıyorlardı.