İnsanlara kızmama gerek yoktu. Çünkü insanların en kıymetli en iyisi en sevgilisi bana en büyük kötülüğü etmişti. Diğerlerinden başka bir şey beklenebilir miydi? İnsanları sevmeme ve onlara tekrar yaklaşmama imkan yoktu çünkü en inandığım en güvendiğim insanda aldanmıştım. Başkalarına emniyet edebilir miyim?
Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.
Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin , her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde," Bu öyle olmayabilirdi!" düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.
İçimde hiçbir arzu yoktu. Ne geçmişi, ne geleceği düşünmüyor, ancak yaşamakta olduğum anları biliyordum. Ruhum rüzgarsız ve kırışıksız bir deniz gibi sakindi.”
Anlaşamayacağımızı anlarsak veda eder ayrılırız... Bu o kadar mühim bir felaket mı? Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hâlâ kabul edemiyor musunuz? Bütün yaklaşımlar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar. Hâlbuki mümkün olanla kanaat etseler, hayallerindekini hakikat zannetmekten vazgeçseler bu böyle olmaz. Herkes tabii olanı kabul eder, ortada ne hayal düşmesi ne kırıklığı kalır... Bu halimizle hepimiz acınmaya layığız; ama kendi kendimize acımalıyız. Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük nede başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur.