Aklıma yaşar Kemal'in ''zilli Kurt'u'' geld,Üç dört yıl önce ki bir yazımda kısaca yazmıştım. Söyle anlatır zilli kurdu:
''Zilli Kurt'' adı şuradan geliyor; kurtlar Anadolu da bir koyun damına girdiler mi, bir tanesini yemez,hepsinin boğazını sıkar.kurdun ağzının değdiği koyun yaşamaz. Bir gece de bütün bir köyün koyununu yok edebilir. Kurt çeker gider... Köylüler atlara binip kurdun ardından giderler, silahsız, köpeklerle.Köpekler öldürmesin diye, Köpeklerin boyunlarındaki tohtları çıkarırlar. Kurdu yakaladıktan sonra fiske vurmazlar. Boğazına sağlam bir kirişle zil takarlar.Kurt ne koyuna yaklaşabilir, ne köye...Acından ölür. işte bunu yaşamımla birleştirdim.Çok iş yaptım ben otuz kırk kadar... Adana'da zilli kurt oldum, sosyalistlikten dolayı. Türkiye dünyanın en ağır faşizmini yaşadı. Herkes sanıyor ki iki parti oldu. demokrasi geldi ... Benim '' zilli kurt'ta anlatacağım. Hükümete aykırı düşüncede olanların çektikleri... Tam zilli kurt yaşamıydı.O işe giriyorum, on gün sonra polis geliyor, çıkarılıyorum. Öteki işe giriyorum, jandarma geliyor, çıkarılıyorum. Birde insanları öyle şartlıyorlar ki...En korkuncu da beni o , beni işe almaya korkuyor herkes... bana düşüncelerimden dolayı çok çektirdiler. düşüncelerimden dolayı zilli kurt oldum.
İnsanlara hayatı sevdirmek için bu kadar acı çekmek şart mı?
Yaşamın tadı acı çekmeden de çıkarılmaz mı?
Yaşamak için ille de acı çekmenin lazım gelmediğini elbette öğrenecek insanoğlu.
Konuşanı çok ama düşüneni az bir Türkiye de yaşıyoruz.
Konuşan Türkiye ama''düşünen Türkiye'' değil!
Torna tezgahında çıkmış gibi ''tek tip'' düşünenin ağır bastığı bir Türkiye bu. Farklı düşüneni, Aykırı düşüneni sevmeyen bir Türkiye bu. Herkesin ''devlet gibi''düşünmesini isteyen bir Türkiye bu. Herkesin ''kendisi gibi'' düşünmesini isteyen insanların yaşadığı bir Türkiye bu.Farklılıktan korkan, farklılığın renk ve yaratıcılık olduğundan habersiz bir Türkiye'de yaşıyoruz hala.Düşüncenin karşısına düşünceyle değil küfürle,sopayla,cezayla çıkılıyor bu ülke de hala.
Harabelerin arasında geçerken içim yanıyor. insanlara hayatı sevdirmek için bu kadar acı çekmek şart mı? Yaşamın tadı da acı çekmeden çıkarılamaz mı Yaşamak için ille de acı acı çekmenin lazım gelmediğini elbette öğrenecek insanoğlu. Dini,mezhebi, milliyeti etnik kökeni farklı diye insanların birbirlerini öldürmeyecekleri günler gelecek.Birbirlerini boğazlayarak,birbirlerini tüketerek bir yere varılmayacağı gerçeği günün birinde herkesin kafasına dank edecek. Düşman üreten ''öteki'' kavramından, ''biz ve onlar'' ayrımından kurtulacağız günün birinde. Düşmanlık kültürü yok olacak! Tahammül ederek,düşüncelere, inançlara saygı göstererek barış içinde yaşamanın en güzel şey olduğu anlaşılacak herkes tarafından. Çekilen acılar ders olacak,bütün insanlık olgunlaşacak, uygarlık çizgisine çekilecek
Yalnız çakı gibiydiler. Her emirden sonra
tekmil verip, topukları üstünde dönerek söyleneni yaptıktan sonra tekrar
geliyor, avazları çıktığı kadar bağırarak tekmil veriyorlardı.
Ramazan geldi.
1982’nin temmuz ayı.
Oruç tutmak serbest dediler.
Sahura kalkmak yok. İftar ise saat
20.00’den sonraydı. Bu aslında ‘Oruç tutma, istemiyoruz!’ mesajıydı.
Benim ortağım ve muhasebecim Bedii Tan Bey oruç tuttu.
Bu arada
havalandırmada, betonda, üstümüz çıplak halde dünyanın idmanını
yaptırıyorlar.
Bedii’nin orucunun farkına vardılar.
Ne yaptılar biliyor musun?
Kanalizasyon kapağını kaldırdılar, avuçla pislik yedirdiler.
Bedii Tan ishal oldu. Çok hastalandı. Hâlâ hatırlarım. Koğuş kapısının
önünde, buz kalıbı gibi ‘pat’ diye betonun üstüne düştü. Yerde yatıyordu.