Ramazan geldi.
1982’nin temmuz ayı.
Oruç tutmak serbest dediler.
Sahura kalkmak yok. İftar ise saat
20.00’den sonraydı. Bu aslında ‘Oruç tutma, istemiyoruz!’ mesajıydı.
Benim ortağım ve muhasebecim Bedii Tan Bey oruç tuttu.
Bu arada
havalandırmada, betonda, üstümüz çıplak halde dünyanın idmanını
yaptırıyorlar.
Bedii’nin orucunun farkına vardılar.
Ne yaptılar biliyor musun?
Kanalizasyon kapağını kaldırdılar, avuçla pislik yedirdiler.
Bedii Tan ishal oldu. Çok hastalandı. Hâlâ hatırlarım. Koğuş kapısının
önünde, buz kalıbı gibi ‘pat’ diye betonun üstüne düştü. Yerde yatıyordu.
Yalnız çakı gibiydiler. Her emirden sonra
tekmil verip, topukları üstünde dönerek söyleneni yaptıktan sonra tekrar
geliyor, avazları çıktığı kadar bağırarak tekmil veriyorlardı.
İnsanlara hayatı sevdirmek için bu kadar acı çekmek şart mı?
Yaşamın tadı acı çekmeden de çıkarılmaz mı?
Yaşamak için ille de acı çekmenin lazım gelmediğini elbette öğrenecek insanoğlu.
“Yaşayan en büyük tiyatro yazarlarından Harold Pinter, Dağ Dili adlı oyunu yazdı. Oyunda, oğlu cezaevinde bulunan bir annenin, oğluyla anadilinde konuşmasının yasaklanması işleniyordu. Bu ülke ne yazık ki bizim ülkemizdi. Anadili yasağı, insan onuruna aykırı yasalar sorunun başta gelenidir. Mehmed Uzun, bu toprakların kokusunu, rengini ve çeşitliliğini, dünya halklarına gösteren bir yazarımızdır. Yaşamımızı zenginleştirenlerdendir. Mehmed Uzun’un düşüncelerini ve yapıtlarını kısıtlamak yerine, onu ve benzerlerini teşvik etmektir yapılması gereken...”