“Kütüphanelerin Hikayesi, insan kurumlarının en dayanıklılarından birinin, neredeyse, tarihin kendisi kadar eski olan birisinin tarihidir. Yazı arsa mülkiyetini kaydetmek ve eski borçların hesabını tutmak için keşfedilmiş olsa da; kısa zamanda şairler, rahipler ve kâhinler başka kullanım yolları bulmuştu. Muhtemelen ilk yazarlar kendilerine hitap etmişti, kendi hafızalarına yardımcı olsun diye düşüncelerini ve kompozisyonlarını kaydetmişlerdi. Ama bir süre sonra yazmanın hem boşluk, hem de zamanı aşmak için bir yol sunduğunu fark ettiler: yazarın sesinin ve ömrünün erişebildiği yerin ötesinde bir kitleye ulaşmak. Ve o kitlenin içindeki bazıları, yazılı kayıtların kendilerine, başka yer ve zamanlardaki erkeklerle kadınların düşüncelerini ve deneyimlerini sunduğunu anladılar. Geçmişin bilgeliği, günümüzün ilmi, geleceğin umut ve korkuları –yazılı kelimeler aracılığıyla, hepsi saklanabilir ve istenildiğinde başvurulabilirdi. İşte bu anlayışla, kütüphaneler ortaya çıkmış olmalı.”