Kendini dönüştürdüğün şey yalnızlıktı. Soğuk ve gerçekti. Bundan sonra da yalnız olacaktın. Hak ettiğin şey buydu. Dış dünya, şehir senden nefret ediyordu. Belki de seni her zaman dışlamıştı. Her zaman kendinden emindi, kibirle yürüyen ve kapıları çekinerek açmayan insanlarla doluydu. Zor bir şehirdi. Şimdi bütün bu zorluğu sana karşıydı. Sana doğru amansız yüzlerle bakan bir yığındı, öfkelerini sana doğrultan bir kalabalıktı. Hiçbir şansın yoktu.
Yapılacak bir şey yok. Otur ve oturduğun şeye dönüş. Herkesin sana karşı haklı nefretini kendine itiraf et. Şehrin hiçbir yerinde yaptığın şeyi anlayacak, seninle paylaşacak bir kimse yok. Hiç, hiç kimse yok.
Düşündü de böylesi bir ruh halinin altında suçluluk duygusu yatıyordu ve bunun farkına varmak onu yine şaşırtmıştı. Durmadan geçmişinin küllerini elekten geçirme ihtiyacının, ebeveynlerinin ona telkin etmediği bir şey olduğu kesindi. Ellerinden geleni yapmış ve ona bir hediye olarak vermişlerdi. Belki de hepsi buydu, İskoçya'da doğmanın sürpriz hediyesi pişmanlıktı, ergenlik çağına gelmenize karşı Kalvinizm'e yapılan yatırımdı, böylece harcadığınız enerjinin çoğu size suçluluk duygusu olarak dönerdi.
Belki de böylesi bir suçun tek çözümü suçluyu yakalayıp mahkûm etmek değildir. Belki de çözüm, geri kalanımız için sevmeye daha çok çalışmak olabilir. Sadece dünyanın diğer yerlerini iyileştirmeye çalışarak.