'Gördüm Adamları'nı da bir görelim bakalım... Gördümcüler de denir bunlara... "Aaa tabi Lizbon'u da gördüm" "Prag'ı gördüm harika" "Senegal, gördüm tabi tabi" "Gördüm evet Uygur Özerk Bölgesi" gibi çoşkulu nidalarla yeri geldikçe gezegenin birçok noktasını işaret ederler... Elbette görmüşlerdir fakat ziyadesiyle bakmamış ve yaşamamışlardır. Ne Noturdam'ın damına ne de Tacmahal'in mahaline kitlenip üç dakika bakakalmamışlardır, aha gördüm bitti gitti şahika eser... İşte bunlardır Gördüm Adamları... Akıllı telefonların çıkışından sonra Selficiler ve Paylaşımcılar ile birleşerek evrim geçirip daha güçlü yeni bir tür oluşturmuşlardır... Veni vidi vici şiarını geldim gördüm selfiledim temeliyle yeniden paylaşıma sokmuşlardır...
Demek istediğim, bu topraklarda yüzyıllardır bizim şu anda konuştuğumuz "Türkçe" konuşulmaktadır. Osmanlıca, ülkenin başına çöreklenmiş, önce yağmadan, sonra da borçlanmalardan sürekli olarak en büyük payı alan ulema sınıfının, hep kendilerinden olanları önemli görevlere getirmek için sadece kendi istediklerine öğrettiği, halktan insanların yaklaşmamasını ve de, daha da önemlisi, okuma eğilimi göstermemesini sağlamak için türettiği uyduruk bir dildir. Bu nedenle 624 yılda okuryazarlık sadece yüzde 2 olabilmiştir, bu nedenle Arapça harflerle matbaa, Avrupa'da bulunup kullanılmaya başlanmasından tam 289 yıl sonra Osmanlı'ya İbrahim Müteferrika tarafından getirilebilmiştir. Osmanlı'yı batıran ulema sınıfının ardılı olan siyasal İslam, çıkarcı ve kötü ve hain öncellerinin sahip olduğu olağanüstü gücü elinden alıp halka veren cumhuriyete bu sınıfsal nedenlerle düşmandır.
O sırada Türkiye'de neler oluyor... 6 yaşındaki kız çocuğu, İslam'ı kendine kalkan edinen aşağılık zihniyette insanlarca tecavüze uğruyor. Olayın kanıtları kapatılamayacak derecede fazla olunca da münferit olay denip birkaç ceza ile sürece yayıp soğutularak kapatılacak. Entelektüel ne yapmalı bu durumda? Bu İslam'ı sömüren kalkan yapan karanlığa karşı sadece küfür mü etmeli, yoksa o karanlığı ve karanlıkta kalanları aydınlatacak bir çaba içinde mi olmalı? Elbette ikincisi olmalı. Ancak bu da topluma ineği onu anlamayı gerektirir. Oysa yargılayıp mahkum etmek en kolayı! Entelektüel, kolaycılığı kabul etmeyen insandır. Gerçeği sadece gören değil onu değiştirmeye de çalışandır. Diğer türlüsü, gerçeği itibar için kullanan bir araca dönüştürür.
Bir telefonu, o telefon son nefesini verene kadar kullanmazsam bu hayattan alacaklı giderim hissi...
Bir darbe girişimi, iki sokak kavgası, dört su kaçımı, iki acil bakım, yirmi altı kabine değişikliği, bir Ekmeleddin ve iki Baykal görmüş telefonum artık çok yaşlanmıştı. Bir sandık nöbetine daha ömrü yetmeyecekti. Zaten, artık çişini bile tutamayan telefonumdan, müşahitlik beklentim de yoktu.
Telefon gerçekten çişini tutamıyordu, uzun süre çalıştırınca bataryası akıyordu. Demek ki çalıştırmamak lazım. Tazminatını verip kovamadığım için bakımını ben üstleniyordum. Her gece altını değiştirip telefonu kapatıyordum. Gelen mesajlara ZÜĞÜRT şeklinde titreyerek bildirim veriyordu. Olsundu...
Şimdilerde, o çok önemli sokak röportajlarının yasaklanmasını isteyenler var ya, işte onlar, en büyük faşistlerdir, halkın sesinin duyulmasından nefret ederler, başlangıcı MS 200 yıllarına giden ve egemenlerin pırasa doğrar gibi kelle aldıkları, koşullarda bile iktidardakilere kıyasıya eleştiride bulunan, tiyatronun önceli olarak kabul edilen sokak oyunları, tartışmaları, sorulu yanıtlı uygulamaları, eğlendirirken halka, sen kölesin, sadece bunun farkında değilsin demenin hem de oldukça önemli bir yoludur.