İster taht üstünde olayım ister kuyu dibinde. Ben bu yolda senin kölenim. İhtiyar da olsam genç de olsam yol muhteliftir, ben yine oyum. Halden hale intikal etsem dahi yine o ilk postun içindeyim. Hakikatim değişmez.
Ben ister cevher ister toprak çanak olayım; beni vücuda getirmiş ve süslemişsin. İster ödağacı olayım ister dermene. Üzerimde senin kokun vardır. Senin huzuruna ne din ne ibadet sunuyorum. Benim şefaatçim bu son dereceye varan müflisliğimdir.
Bir zamanlar bir Şeyh vardı. Herkes ona hürmet ederdi. Ama insanların bir türlü anlamadığı bir şey vardı. Şeyhin oğulları ölmüştü ama Şeyhte hiçbir zaman bir keder, bir hüzün belirtisi olmadı. Merak edip sordular, şeyh şöyle dedi: 'Merhametim yok zannetmeyin, ama evlatlarım ister ölmüş olsun, ister hayatta fark etmez, çünkü onlar daima benim gönül gözümün önünde duruyorlar. Acı ayrılıktan gelir, oysa ben her an onlarla beraberim. Halk onları uyurken görür, ben uyanıkken görürüm'
Hz. Osman'dan önce bir katip vardı. Vahyi yazmaya gayret ederdi. Hz. Peygamber (as) kendine vahiy edilen ayetleri söyledi mi, o hemen kağıda yazardı. Vahyin ışığı, katibe vurunca, gönlüne bazı hikmetler doğardı. Peygamber (as) da onun içine doğanları aynen söylerdi. O boş adam, bu kadarcık bir şeyden kendine pay çıkarırdı, gurura kapıldı. Katip: '' Allah' tan nur alan peygamber Peygamber ne söylüyorsa o söylediği şey, benim gönlümde doğmakta'' dedi. Düşüncesinin ışığı, Hz. Peygamber (as)' a vurdu, katibin canına Yüce Allah'ın kahrı gelip çattı. Hem katiplikten çıktı hem dinden. Kinlenip Hz. Peygamber (as)' a ve dine düşman oldu. Hz. Peygamber (as): ''Ey inatçı kafir! Nur, sendense niçin şimdi kara kesildin? Eğer Yüce Allah'ın ırmağının kaynağı olsaydın böyle bir kara suyun bendini açmaz, akıtmazdın'' dedi. Şunun, bunun yanında namusum bir paralık olmasın düşüncesi, o inkarcı adamın ağzını bağladı. Bu yüzden içten yanıp yakılıyordu. Fakat şaşılacak şey şu ki tövbe de edemiyordu. Ah ediyordu, fakat ah etmesi faydasızdı. Kılıç gelmiş, kelleyi uçurmuştu.