...mutluluk, sevgi, sarhoşluk gibi sözlerin hayatta tam olarak ne anlama geldiğini bulmaya çalışıyordu: Kitaplarda bu sözler ona o kadar hoş görünmüştü ki!
Yalnız, sonunda gevşedi elbet, gevşeyince de önceden kendi kendine verdiği bütün kararları unuttu. Bir seferinde viziteye yetişemedi, ertesi gün derse gitmedi; tembelliğin tadını alınca da artık hiç okula gitmez oldu.
Gündelik işini tıpkı bir dolap beygiri gibi yapmaktaydı: Nitekim o zavallı da gözleri bağlı, olduğu yerde boyuna döner döner de ne iş yaptığını bilmez.
Oysa dolgun ruhlar bazen duyduklarını en boş gibi görünen benzetişlerle de açığa vurabilirler pekâlâ. Çünkü kimse hiçbir zaman gereksinimlerini, düşüncelerini, acılarını tam anlamıyla anlatamaz.
Bir insan öldükten sonra, hemen her zaman, şaşkınlığa benzer bir şey çöker ortalığa; hiçliğin böyle birdenbire gelişini anlamak, boyun eğerek inanmak o kadar güçtür çünkü.
Gelecek mutluluklar da tıpkı tropik ülkelerin kıyıları gibi, önlerindeki sonsuzluk üzerine kendi gevşekliklerini yansıtırlar, hoş bir meltem estirirler. İnsan bu sarhoşluk içinde kendinden geçer, görünmeyen ufka aldırmaz bile.
"İşin asıl acı yanı, benim gibi boş bir hayatı sürükleyip götürmek, değil mi?" dedi. "Acılarımız birinin işine yarasaydı bari, özveride bulunduğumuzu düşünerek kendimizi avuturduk."