Natüralizm akımının temsilcilerinden, günümüzde unutulduğu düşünülen ilk hikayecilerimizden biriymiş Selahattin Enis. Ben de Mahalle ile tanıştım kalemiyle.
Cepheden dönen bir adam var, ismi Rüştü. On sekiz yerinden yara almış harpte, zavallı denecek bir halde memleketine, İstanbul’a dönmüş. İstediği tek şey karısına ve altı aylıkken bırakıp gittiği oğluna kavuşmak. Fakat geldiğinde evinin yerinde yeller estiğini ve büyük bir yangının tüm Cihangir’i yok ettiğini öğreniyor. Sonrasında çalışmak için gittiği bir mahalleyi, oradaki insanların hikayelerini anlatıyor bize Rüştü. Ama arka planda sürekli karısı ve çocuğunun derdinde, bir yandan da onların ölmemiş olma umudu ile arayışı var.
Ben Mahalle’yi milliyetçilikte Ömer Seyfettin hikayelerine, kadınlara bakış açısı ve dünya görüşüyle de Peyami Safa’nın ilk dönem romanlarına benzettim. Harpten gelen Rüştü’nün kitap boyunca karısı hakkındaki tek kaygısı onun bir orospu olup olmadığı. Genel olarak da kitapta bir tane bile akıllı kadın yok, sürekli “aklı eksik, bir şeyden anlamaz” olarak nitelendirilmiş kadınlar. Bu özellikleriyle beni çok kendine çekemeyen bir eser oldu.