Kimbilir ne kadar aklı başında ve temiz yaşadın şimdiye kadar. Doğrusu bende öyle yaşadım, dikkat etmiş olmalısın.Canım benim. Sonra düşün bak, Özellikle bizim yaşımızda her işin başı etle ten değildir.Hem söyle bakalım, sevgiyle bakan gözlerimizle ihtiras ateşinin yardımı olmadan yapabildiklerimizi hangi genç sevgililer yapabiliyor kendi gözleriyle? Sadece bu sayede sorumluluklarımız yüzünden ayrı kaldığımız anlarda, her gün farkına vardığımız şeyleri düşün. Gizlimiz saklımız kalmadığına göre şunu da söyleyeyim. Unutma ki hiç bir zaman güzel yada biçimli biri değilim ben. Aksine,çirkin ve şekilsizdim. Babam “kim nerde görse kaçar senden” derdi bana Hiç aklımdan çıkmaz bu sana gelince tatlım, kalpleri çarpıtacak yaşta olduğun zaman bile, diğer özelliklere sahipmiydin bakalım? Hiç sanmam Ama şimdi bir dönemler güzel diye bildiğimiz yaşıtımız kişileri bir düşün,kim söyleyebilir onlardan daha çirkin olduğumuzu şimdi? …
Ölü dünya, havasız, susuz. Tamam işte, eskileri an böyle. Orada burada, bir krater yatağında solup giden bir ilkenin gölgesi. Ve üç yüz saat süren geceler. Işıkların en cana yakını, solgun, pütürlü; ışıkların en anlamlısı. Tamam işte, boş sözler et. Ne kadar sürmüş olabilir. Beş dakika? On dakika? Evet, ancak o kadar. Ama gökyüzü o ışıkla yine gümüş gibi pırıl pırıl. Eskiden üç yüze, dört yüze kadar sayardım. Sağanakların şıkırtılarını, çanları, sabah vakti serçelerin cıvıltılarını da sayardım. Ya da ortada bir şey yokken öylesine sayardım, saymış olmak için. Sonra da altmışa bölerdim. Zaman böyle geçiyordu, zaman bendim. Bütün dünyayı yer yutardım. Bitti artık. İnsan değişiyor yaşlandıkça.
“Ya ölüm hırıltısı, ölüm hırıltısını ne yapacağız? Doğduğunda cıyak cıyak ağlamak, sonra bir hırıltı bile çıkaramamak. Yaşam nasıl da kırıyor karşı koyma gücünü. "