Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Marksizm Nedir

Emile Burns

Marksizm Nedir Gönderileri

Marksizm Nedir kitaplarını, Marksizm Nedir sözleri ve alıntılarını, Marksizm Nedir yazarlarını, Marksizm Nedir yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bütün dünyanın sosyalist olması halinde savaşlar tamamen ortadan kal­kacaktır. Her ülkede üretimle dağıtım sosyalist temeller üzerine oturtulunca, herhangi bir ülkedeki bir grubun diğer ülkeleri işgal etmeye en ufak bir isteği de olamaya­caktır. Kapitalist bir ülke, geri kalmış bir ülkeyi kapitaliz­mi genişletmek, finans kapital grubu için yeni ve çok karlı yatırım alanları sağlamak, yeni pazarlar açmak ve ucuz hammadde kaynaklarıyla ucuz iş gücünü ele geçirmek amacıyla işgal eder. Sosyalist toplumlar birbirlerine karşı savaş açmayacaklardır. Çünkü insanın insanı sömürme­sini reddeden sosyalizm, bu gibi savaşlardan hiçbir şey elde edemez.
Dayanışma kavramı emekçilerin için­de yaşadıkları, üretimde bulundukları maddi koşulların bir sonucudur. Emekçiler, bu koşullar içerisinde hayat­larını aynı şekilde kazandıklarının, birbirlerinin deste­ğine muhtaç olduklarının bilincine varırlar. Her şeyi ele geçirmeye çalışan, toplumsal yolda kolektif bir sorumlu­luk duygusundan yoksun olan, olayları daima bireysel ve bencil açıdan değerlendiren kişilerse birbirlerinin boğaz­larını kesmek için fırsat arayan kapitalistlerdir.
Reklam
Sosyalist Toplum
Ailelerin geliri ve toplumdaki yerleri ne olursa olsun, bütün çocuklara aynı eğitim ve gelişme imkanları sağlanır. "Kast" farkları silinir ... Kadınlara her bakımdan eşitlik sağlanır, kadınlar toplumsal hayatın her bölümünde yer alırlar. Yine kadın­ların da çalışabilmesi için gerekli tedbirler alınır. Anne­lerin daha özgür olabilmeleri
Kapitalist düzende fiyat dalgalanmaları taleple arz arasındaki ilişkiyi belirtir. Fiyatların yükselmesi, arzın azlığı anlamına gelir, bu durumda kapitalistler üretimi artırmak yoluna gitmeye çalışırlar. Fiyatların düşük oluşuysa arzın çok fazla oldu­ğu anlamına gelir. Dolayısıyla kapitalistler üretimi kısma yoluna giderler. Demek ki kapitalist düzende fiyatlar üre­timi düzenleme rolünü oynar. Oysaki sosyalist toplumda fiyatlar üretimi değil tüketimi etkiler, tüketimde düzen­leyici rol oynar. Üretim plana uygun olarak yapılır, fiyatlar bilinçli olarak sabit tutulur ki, üretilen malların tümü tüketilebilsin.
Fakat iç ve dış düşmanlar Sovyetler Birliği'ni boğaz­lamak için fırsat bekler ve ellerinden gelen her şeyi ya­parlarken, Sovyetler Birliği'nde demokrasinin tam olarak gelişmesi imkansızdı. Sovyetler Birliği'nin tıpkı, kapitalistler tarafından kuşatılmış bir kaleye benzediği ve iç sorunların da günden güne daha tehlikeli özellikler ka­zandığı bu uzun dönemde, güvenlik örgütleri gerekliydi, ayrıca kuvvetli bir merkezi yönetime de ihtiyaç vardı. Bu koşullar altında, bir örgütçü ve teorisyen olarak çok üstün yeteneklere sahip bulunan Stalin'in prestiji de Sovyetler Birliği halkının her zaferiyle birlikte muazzam ölçüde büyüdü. Böylece bir Stalin kültü oluşmaya başladı. Stalin sosyalist ilkeleri bir yana bırakarak, güvenlik örgüt­leri üzerindeki kontrolüyle düşman gördüklerini baskıyla sindirdi, yok etti ve ayrıca diğer halk demokrasilerinde de aynı hataların işlenmesine sebep oldu.
Kolektif üretimde tek bir üretim ünitesi yüzlerce küçük üretim ünitesinin yerini alır, eskiden kü­çük toprak sahibi olan üreticiler, ortak üretimi öğrenir­ler, bireyci ve bencil dünya görüşlerinin yerini zamanla toplumcu bir dünya görüşü alır. Ayrıca bu gibi kolektif çiftliklerde eğitim ve diğer sosyal hizmetler de daha kolaydır, böylece bireysel davranışlar bir süre sonra tama­men kaybolur, diğer bir deyişle birey toplumsallaşır.
Reklam
Ütopik geldi..
İşçi sınıfı iktidarı ele geçirir geçirmez sınıfsal bölünmeleri teker teker orta­dan kaldırmaya koyulur, başkalarının emeğiyle yaşayan sömürücü sınıfların bulunmadığı yeni bir üretim düzeni kurmaya başlar, böylece herkesin toplum içerisinde bir bütün halinde üretimde bulunduğu sınıfsız bir toplumun temelleri atılır. Bu sürecin bütün dünya üzerinde sona er­mesinden sonra, sınıf bölünmeleri ortadan kalkmış olaca­ğı için sınıf kavgaları da olmayacaktır. Sınıf kavgalarının kalkmasıyla, belirli bir sınıfın egemenliğini diğer sınıflara kabul ettirmesi gibi bir durum da olmayacağından, devlete de artık ihtiyaç duyulmayacaktır. Marx'ın deyimiyle devlet "eriyip gidecektir". Merkezi idare mekanizması sa­dece üretim ve dağıtımda kullanılacaktır. Engels bu aşa­mayı şu şekilde anlatmaktadır: "Bireylerin hayatına hük­meden hükümetin yerini, sadece doğaya ve üretim sürecine hükmeden bir yönetim alacaktır."
Komün'ün özellikleri şunlar­dır: Hem kanun yapma, hem de yönetme yetkileri aynı organda toplanmaktaydı. Komün'ün üyeleri seçmenler tarafından istedikleri anda değiştirebilirlerdi. Kamu hizmetlerinde çalışanlar bir işçiden fazla ücret alamazlardı. Yargıçları halk seçiyordu ve yine halkın isteğine bağlı olarak bu yargıçlar da değiştirilebiliyordu. Eski ordunun yerini, çoğunluğunu işçilerin teşkil ettiği bir "Milli Muhafız" teşkilatı almıştı. Bütün bu değişikliklerin nedeni, devlet mekanizmasını ve yönetici kuvvetleri işçi sınıfının hizmetine sokmak, bu sınıfın kontrolü altında tutmaktı. Bu yeni devlet şekli, "demokrasi savaşının kazanılması" ve halkın kendi kaderini kendi ellerine alabilmesi anlamına gelmekteydi. Bununla beraber, Engels, Paris Komünü'ne "Proletarya Diktatörlüğü" adını verdi. Yukarıda Komün'ün demok­rasi savaşının kazanılması anlamına geldiğini ve halkın demokratik haklarının muazzam ölçüde arttığını belirttiğimize göre, Engels'in sözleriyle çelişki halinde miyiz? Hayır. Burada aynı gerçeğin iki ayrı yönü belirtilmekte­dir. Halk çoğunluğunun isteklerini gerçekleştirmek üze­re yeni ve gerçekten demokratik bir devlet mekanizması kuruldu, fakat bu isteklerin yerine gelebilmesi, ancak mali sabotajdan silahlı direnmeye kadar her metodu kullanan eski egemen sınıfların, yani sömürücü bir azınlığın yenil­giye uğratılmasıyla mümkündü. Bunun için işçi sınıfının diktatörlüğü gerekliydi.
Devlete bazen bir meclis olarak bakılır. Fakat Marx göstermiştir ki, devletin tarihsel gelişiminin bu gibi tem­sili kurumlarla hemen hiç ilgisi yoktur. Aksine devlet, egemen sınıfın kendi isteklerini halk kitlelerine kabul et­tirmek amacıyla kullandığı bir baskı aracından başka bir şey değildir. İlkel toplumlarda devlet diye bir şey yoktu. Fakat toplumların sınıflara bölünmesinden sonra, egemen sınıflar imtiyazlarını ancak kendileri tarafından kontrol edilen silahlı bir güçle koruyabileceklerini kavradılar.
Lenin, emperyalist aşamaya varmış her kapitalist ülke­de aynı yozlaşmanın yer aldığını ve göreli olarak imti­yazlı durumda bulunan işçilerin ve özellikle bu işçilerin liderlerinin giderek "oportünist" özellikler kazandıkla­rını gösterdi. Öyle ki, bu işçi liderleri, kendi ülkelerin­de sürünmekte olan işçi çoğunluğunu bir yana bırakıp, sadece kendi bölümlerinin çıkarları için kapitalistlerle uzlaştılar. Emperyalist aşamanın güçlenmesiyle birlikte bu yozlaşma daha da arttı. Sonunda kapitalist ülkelerin çoğunda işçi liderleriyle sosyalist liderler kendi ülkele­rindeki finans kapitalin emperyalist politikasını açıkça desteklediler.
176 öğeden 111 ile 120 arasındakiler gösteriliyor.