Yazılışı tehlike yaratacak bir hayat yaşadım ben, diyerek başlıyor anlatmaya Adnan Binyazar. Çocukluk günlerinden başlayarak gençlik yıllarını içine alan küçük mutluluklarını, yaramazlıklarını, acı dolu sessiz çığlıklarını, sevdiklerinden ayrılmanın en derin hüznünü, kursağında kalan heveslerini, sömürülen emeğini, sevdiklerinin kokusunu, anne özlemini, anlatıyor bize; hem de en sahici en yalın haliyle.
Benim okurken zorlandığım bir hayatı başkasının yaşamansı ve bir başkalarının hala daha yaşıyor olması. Yaşadığı kötülüklere, umudunun yerle bir olmasına rağmen pes etmemesi. İlkokula on dört yaşında başlayan, elindeki bütün imkanları kitaba ve eğitime yönelten Binyazar resmen "ben başardım sizler de başarabilirsiniz " diyor bizlere. Elverişsiz imkanlara rağmen sinemaya gitmeyen, şeker almayan, havuza gitmeyen, biriktirdiği birkaç kuruşu kitaplara yatıran, yakılan kitapları için döktüğü gözyaşını hiçbir sey için dökmeyen, daha iyi olmak, yanlışların içinde kaybolmamak için köy enstitülerinin aydınlığına kendini teslim eden Binyazar'ın azmi, mücadelesi hayranlık verici.
Bu kitabı okurken sadece bir hayat mücadelesi okumakla kalmıyorsunuz, bir dönemin Türkiyesini, karneyle dağıtılan ekmekleri, kimliksiz diye yardım alamayan zavallıları, İsmail Dümbüllü'yü, Hamiyet Yüceses'i, Ağın'ın badem kokulu yeşilliğini, Diyarbakır'ın kara taşlı serin avlularını okuyacaksınız. Adnan Binyazar ile geç kalmadan tanışmızı şiddettle öneririm.