Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Medeniyetin Arka Sokakları

Metin Karabaşoğlu

Medeniyetin Arka Sokakları Sözleri ve Alıntıları

Medeniyetin Arka Sokakları sözleri ve alıntılarını, Medeniyetin Arka Sokakları kitap alıntılarını, Medeniyetin Arka Sokakları en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Peki, Yahudilerin 'Yalnız bizim kavim kurtulacak. Biz seçilmiş bir halkız' tavrından rahatsız olan nefsim, 'Bir Türk dünyaya bedeldir.' sözüne niye kılıflar arıyordu? Niye 'Ne mutlu türküm diyene' sözünden o derece alınmıyordu? Damarlarımızdaki kanın asaletine niye ve nasıl inanıyordu?
Reklam
Bir 'Medine' özlemini hep gündemde tutuyor ; ama ancak 'Mekke' nin ardından 'Medineli' olunabileceği sırrını alıyorduk.
Gökteki ve yerdeki her şeyi imanımızın delili kıldıktan sonra ancak, hakiki imana erişmiş sayılırdık.
"Ağızların tadını kaçıran ölümü sıkça hatırlayınız"
O HALİ, O YÜZŨ VE O SÖZÜ unutacağımı hiç sanmıyorum. Bir gazetenin sayfa ortasına çerçevelenmiş bir fotoğraftı. 97 yaşındaki ünlü tiyatrocu 'solunum yetmezliği' şikayetiyle hastaneye kaldırılmıştı. Başucunda, hemşire ve doktordan çok gazeteci vardı. Son bir fotoğrafını çekmek üzere başına üşüşmüşlerdi. Onlara hüzünle, elemle baktı. 97 yaşına ve solunum yetmezliğine rağmen asla ihmal etmediği ruj, rimel, fondöten, vesairenin örtmeyi beceremediği kırışık yüzün çevrelediği dudaklarından ürkütücü kelimeler fisıldadı. "İşte" dedi, “işte gazeteciler de geldi. Söyleyin doktor, ölecek miyim?" ... Bir ay kadar sonra, gazetelerde, ünlü tiyatrocunun boy boy fotografları bir kez daha yayınlandı.Gazeteciler tekrar başına üşüştüler. Ama o, onları göremedi. Az önce fani hayata gözlerini yummuştu. Tabutu bir-iki gün orada burada dolandı. Sonra, bir zamanlar 'genç ve güzel yetenekli aktrisimiz' olarak icra-yı sanat eylediği tiyatro sahnesine birakıldı. En gerçek, en doğru en öğretici oyununu, yazık ki ölümünden sonra oynamıştı. Sonra perde kapandı, mezar açıldı, üzerine toprak atıldı ve kendi hesabıyla başbaşa bırakıldı. Alkışlar, alkışçılar, şöhret yüklü emekli aylığı, devlet sanatçılığı, gazete kupürleri, gazeteciler... hepsi terkedip gitti; o, orada yapayalnız kaldı.
Sayfa 125
"Birisinin kazanması gerekiyorsa, birileri kaybetmek zorundadır." diyordu hâzır medeniyet.
Reklam
'biz' kimiz?
İmanî şefkat, suçlu bile olsa, insana insan gibi davranmayı emretmiyor muydu? 'İnsaniyet-i kübra' idi İslâmiyet; o halde, insaniyete sığmayan haller imana hiç sığmıyor değil miydi?
Yahudiler 'genetik olarak' lanetli, Türkler doğuştan 'necip' ve 'asil' oluyorsa, imtihan sırrının işi neydi?
elbise giyilen, sofradan tabakların gelip tabakların gittiği gün șükredilmiyordu. Daha iki gün önce kahvalti sofrasında bir çeşit'i eksik görüp bakkala koşan bendim. Dönüp sofrada- ki çeşitleri saydığımda, dokuz rakamına ulaşan ve utanan da bendim. Birin, ikinin, üçün şükrünü unutuyor; ama dokuzu, onbiri yüzsüzce isteyebiliyordum.
Sayfa 89
"Ölüme çare ölümdür"
Ne Cengiz ve Hülâgu; ne de eski Yunan'ın ölümsüzlük iksiri efsanesi, beklenen sonuçtan, beklemeyenleri de kurtaramadı. Varılacak yer, öyle ya da böyle, asrî bir hayatın son durağı olan asri mezarlık'tı. Hayır, hayır. Atilla ve Cengiz masalları kurtaramadığı gibi, Osmanlının cengåverlik öyküleri de kurtarıcı olamazdı. "Nerede o eski aileler" diye serzenişte bulunmak, eski günle- rin saray âdàbını hasretle anmak, 'Sultan Süleyman-ı Evelin icraat-ı şâhânesinden bir derkenar-ı ibret arzeylemek' de kurtaramazdı. Kurtaracak olsa, Sultan Süleyman'ın torunu Sultan Murad-ı Sâlis, nâm-ı diğer Üçüncü Murad, padişah tahtında otururken niye "Uyan ey gözlerim, gafletten uyan" diye yakınsındı? Niye tahtı, sarayı, saltanatı gaflet sebebi görüp: Rabbinin dergåhında "Şu Murad kulunun kusurun affet / Resülün sancağı dibinde haşret" diye yalvarsındı?
Sayfa 130
Reklam
Bizler, gözümüzü neticeye dikmiştik. Oysa netice Allah'tandı. Bize düşen istemekti. Rabbimizden talep etmekti. Rabbimiz, vermek istemese, istemek vermezdi zaten.
Yine siyaset ki, Bosnalı masum insanları düşünürken, farkına varmaksızın, tüm Sırpların 'kökünü kazımak'tan söz ettiriyor... Boşnak esirlere, kadınlara ve bilhassa çocuklara yapılanlar yüreğimi elbette incitiyordu. Rabb'ime dua ediyordum. Ama 'köklerini kazımadan', Sırp çocukları için de üzülmem gerekti.
'biz' kimiz?
Farkına varmadan, 'biz'i aslında 'biz'imle alâkası olmayan şeylerin yerine yahut yanına koyabiliyorduk. Mesela faiz oranından bize ne idi; verilmiş imkânları Rabbinden değil kendinden bilip, Rabbinin diğer kulları aleyhine, Rabbinin emrini çiğneyerek kullanmanın diğer adı değil miydi faiz? O halde, hepten karşısında olmalı değil miydik?
266 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.