Mehmet Feyzi Efendi’den Feyizler 2

Musa Özdağ

Mehmet Feyzi Efendi’den Feyizler 2 Quotes

You can find Mehmet Feyzi Efendi’den Feyizler 2 quotes, Mehmet Feyzi Efendi’den Feyizler 2 book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
O büyük terbiyeci(s.a.v), Rabbül-Aleminden tahsil buyurduğu bilgiler ve esrâr ile, Allahın kullarına muallim olarak gönderildi: Bu gerçek Muallim, terbiyedeki ustalığı ve İlâhî bilgi, görgü ve sırlara âşinâlığıyla gönülleri fethetmiş, kâinata saldığı Rahmânî esrârla âlüde olan feyiz ve himmetleriyle dörtbir yana Risâleti Muhammedî sancağını dikmiştir. Bu itibârla, Dünyâda O‘nun edebi ile edeplenmeyenin, insan olarak varlığına değer verilmemiştir. Bir canlı olarak da, O‘na bir mevki verilmemiştir. Yâni o kimse, cansızlarla bir tutulmuştur. İnsan olarak geçinen, Dünya toplumları arasında Muhamedî Adâb ile edeblenmemiş fertlerin yüz ve özleri, hayat ve memâtları hep karanlık ve kâbuslarla örtülüdür. Hayat onlar için, günbegün kararan ve kâbusa dönen bir felsefeden başka birşey değildir. Bütün bu karanlıklar ve kâbuslar felsefesinin zir-u zeber edildiği ve nürefşân olan tayyip hayat, ancak ve ancak Cenâb-ı Risâletin kanatları altında yer alan cevâhir ve kalâid emsâli âdâb ile mümkündür. Adâb-ı Muhammedî, insanın kâinatta lâyık olduğu mertebede yer almasını sağlar. Kim ki bu âdâbdan yoksun ise, sonu hüsrân olur, ebediyyen ağlar.
Yüceler Yücesi Rabbımızın insanı halkından maksat kendini tanıtmak, kendine kulluk ettirmek idi. Bu tanıtmanın, bu kulluğu icrâ ettirmenin en sağlam yolu olarak VAHİY yolu ihtiyâr edildi. Zîra kul olanlar, çok zayıf ve tâkatsız idiler. Çok zayıf olan bir varlığın Yüceler Yücesi bir varlıkla doğrudan doğruya muâmelesi hiçbir zaman mümkün olamaz. Zîra, güneşleri yaratan, bu güneşler içerisinde akıllara dehşet ve durgunluk veren ateşleri yaratan, bu koskoca ateşlerin içinde yer aldığı güneşleri, fezânın içerisinde gezdiren, hiç bir yaratığına zarar verdirmeyen, uzayı direksiz yaratıp yüzeyini yıldız denilen çok çok büyük varhklarla donatan, onlara ayrı ayrı renk veren, özellik bahşeden, gökle yer arasında bulutlar gezdirip, rüzgarlar ve kasırgalar estirip, onları birbiriyle toslatarak yıldırımlar ve şimşeklerle kamçılayarak yeryüzüne yağmurlar yağdıran, yeryüzünde dağlan kazıklar kılan, dağlar büyüklüğünde dalgalarla karaları tokatlayan veya sıvazlayan Yüceler Yücesi Allahın Kibriyâ ve Azanıeti karşısında insan denen varlığın yer alması, onunla muâmele etmesi hayâlen dahi düşünülebilecek bir şey değildir.
Reklam
Efendim Muhammed Feyzi tevbe ve istiğfar meselesinde Yüceler Yücesi Rabbımızın kullarına olan ve ancak Ulühiyyete yakışabilecek bir fiilini şöyle tahlil buyurdu. “Şu kereme ve lutfa bakın ki, kul hem kendisine karşı günah işliyor, edepsizlik ediyor, sonra pişmanlık duyması için kendinden af dilemesini istiyor. Kendisine teveccüh edip af dileyince onu bağışlıyor, lütüf ve ihsanda bulunuyor ve bir de ona muhabbet ediyor. Artık bundan öte kerem, bundan ileri merhamet olamaz.” Halbuki diğer güç ve kuvvet, saltanat ve otorite sâhibleri böyle mi?.. Kendilerine yapılan bir suçun derhal cezâsını vermeye kalkarlar. Üstelik kalblerinden de adâveti bırakmazlar. Şu halde kişilerin günah ve suç işlemesi, daha doğrusu bu minvâl üzre yaratılmaları, aslında lütfu ilâhiyi ve mağfiret-i Sübhâniyyeyi kazanmanın, mazhar olmanın değişik bir metodu ve usülüdür ki, Yüce Rabbımız böyle takdir buyurmuştur. Efendim, “Ben günah işlemem”, “Ben nefsimden eminim” gibi kendini temize çıkarma ve övme anlamını ifade eden sözlerden ve bu gibi sözleri söyleyen kimselerden hiç hoşlanmaz ve bu hareketi asla tasvîb etmezdi. Yüce Peygamber Hz. Yüsuf (A.S) dahi ilk defa kendi nefsini bütün nefîsler içerisinde mutâlaâ ederek "Ben yine de nefsimi temize çıkarmıyorum.."(Yusuf,53) buyurarak kendi nefsini iyi sayamıyacağını, övemiyeceğini bildirmiştir. Daha sonra da “nefsi-i Şerîfinin İlâhi bir lütüfla değerlendirildiğine işâreten “Rabbımın rahmetine mazhar ettikleri hâriç” buyurmuştur.
Yine Arif-i Billah İbn-i Ataullah Hazretleri Kalbin halatı ile ilgili olarak şu hususları söylüyor: “Aynası içerisinde varlıkların şekilleri yer almış iken, bir kalb nasıl olurda (İlâhi nurla) parlar? (Bu mümkün değildir. ) veya Şehvetlerle bağımlı (ve yüklü) iken nasıl olurda Allahın huzuruna vâsıl olmak için yola çıkabilir? (Yol alamaz) veyahut ğaflet cünüplüklerinden temizlenmediği halde nasıl olur da Hazreti Allahı(n huzuruna müşâhede için) girmeyi umabilir? (Müşâhede için huzura girmeye izin verilmez) veyahutta kasıtsız ve maksatsız sudur eden suçlarından (dahî) tevbe (ve istiğfar) etmemişken nasıl olurda Esrârı (îlâhiyyenin) inceliklerine vâkıf olmayı umabilir?.. (Bütün bunlar gösterilen şartlar olmadıkça mümkün değildir)”