"Aşk yarasını hissedin... Aşk yarasını hissedin." Gerçek aşk incitir; gerçek aşk karşısında tüm savunma mekanizmanız dağılır; gerçek aşk sizi sizden öteye götürür ve bundan ötürü gerçek aşk sizi mahveder. Şöyle düşünmeyi sürdürdüm; eğer aşk sizi paramparça etmiyorsa o zaman aşkı tanımıyorsunuz demektir.
"Sen şimdiki halinle sevilmeye değersin ve başka bir şeye daha ihtiyacın yok Eğer sevilmeye değer olduğunu gösteren bir sebep bulamıyorsan, şunu düşün: Seni Tanrı yarattı ve sen Tanrı'nın yarattığı gibisin."
Acımak, acıyı korkuyla karşılamaktır. Bu, kişiyi o anı değiştirmeye yöneltir.
Ama aynı acıya sevgiyle dokunduğumuzda, neyse o olmasına izin verdiğimizde , bunu korku ve nefret yerine şefkatle karşıladığımızda, işte bu merhamettir.
Sanırım beni kolay yaralanabilir biri haline getirdiği için birilerinin yardımını kabullenmek bana zor geliyor, sanki bu beni, onların merhametine teslim ediyormuş gibi geliyor. Çünkü onlar bu durumda beni, benden daha iyi anlamış oluyorlar. Bundan daha önemlisi, beni bende gördükleri şeyler için yargılayacaklarını, benim üzerimde güç elde edeceklerini, şefkat duymayacaklarını düşünüyor olmam. Eğer durum böyle değilse, onların bana ulaştırdıkları bu içgörü, derin bir sevgi bağının başlangıç noktası olabilir. Hayır, insanların beni yargılayacaklarını düşünüyorum.
Eğer ölümden korkuyorsam, bu hayatım boyunca başıma kötü bir şey gelebileceği fikriyle inanılmaz ihtiyatlı ve inanılmaz derecede endişe dolu olacağım demektir. Bundan ötürü, ölümden daha çok korkmam, yaşamdan daha çok korkmam ve daha az yaşamam demektir.
Tüm meseleyi kapatan temel fikir çok basit: Kanser hücreleri, normal hücrelerden iki kat daha hızlı geliştiği için, başarılı bir kemoterapi uygulamasının sonucunda tümör tamamen ölürken, hasta yarı ölü bir hale gelir.
Acaba kendime çok yargılayıcı, çok eleştirel mi yaklaştım ve böylece gizli bir öz-nefret bu durumu doğurdu? Ya da acaba kızgınlığımı ve yargılarımı tamamıyla bastırdım mı ki bütün bunlar fiziksel bir belirti olarak gün ışığına çıktı?