“Ne mutlu Türküm diyene de bakim?”
Şaşırıyor Kenan:
“Niye ki?”
“Ne yapıcan niyesini, de sen...”
“Ne mutlu Türk’üm diyene...”
Şerbet gözlerini tavana dikip birkaç saniye düşünüyor.
Ve teşhisini bildiriyor:
“İstanbullusun sen, mazide bi Makedonluk da var ama, bildim mi?”
Kenan başını sallıyor, “Bildin.” manasında.
Şerbet isabetin gazıyla yanından geçen esmer garsonu kolundan yakalıyor.
“Bilader, ne mutlu Türk’üm diyene desene bi...”
Hiç ikiletmiyor garson, diyor.
“Urfa... Arap... Bildim mi?”
“Bildin abi,” diye cevaplıyor garson, muhtemelen içinden Arapça bir küfür savurup
mutfakta birkaç içki bardağına tükürme kararıyla uzaklaşıyor.
Davut durumu izah ediyor:
“Tencere tava pazarladık biz yıllarca, memlekette görmediğimiz yer, tanımadığımız
insan kalmadı...”
Çok beklersin... Burası cinnet diyarı... Tak bıçağı, çek tetiği, vur sopayı... Her şey iki
saniyede olup biter... Ne plan program ne entrika ne de sabır var... Bizim katilimiz bile
tembel...