Yazarın okuduğum dördüncü kitabı bu ve her defasında hayatın arka sokaklarında, insanın içindeki dolambaçlı yollarda ve gizli kuytularında dolaşmayı başarıyor. Ona eşlik ediyor ve gezinirken onun gözlerinden şahit oluyorsunuz bütün bu yaşanmışlıklara.. Tabii yaşanmamış hayatlara ‘yaşanmış’ demeyi kabul edebilirsek.
Hayatın içinden, belki en ücra köşelerinde, köşe başlarında, ıssız yollarda, karanlık sapaklarda bekleyen gölgelerin bulunduğu noktalarda, insanların görmediği belki de görmezden geldigi hayatlara kalemiyle ince bir dokunuş yapmayı başaran bir yazar kendisi.
Suçumuz neydi, insan olmak mı? Var olmak mı? Seçmemiş olduğumuz hayatların mesuliyetlerini kabul etme zorunluluğu mu? İnsanın henüz kendiyle tanışmadan hayatla tanışmak mecburiyetinde bırakılması mı? İnsan; en zayıf yerinden sınanan en hassas yerinden vurulan mıydı? Neydi bizim suçumuz? Suçlu kimdi? Ortada bir suç var mıydı? Kim bilir suç; belki de insanlığın kendisindeydi (!)
Kitap bitti ama şu alıntı zihnimde yankılanıp duruyor. Durduramıyor, belki de durdurmak istemiyorum: "Ama dünyanın adaletli olmadığını kimse söylemiyor çocukken insana. Bunu zamanla, yavaşça ve kanaya kanaya öğreniyoruz her birimiz."
Kanadıkça öğreniyoruz, öğrendikçe parçalanıyoruz yavaşça.