Tasavvufa göre insan biri gövde, öteki tin (ruh) olmak üzere iki özden kurulmuştur. Gövdeyi oluşturan toprak, yel, od, su gibi dört doğal öğe vardır. Bu öğeleri birleştiren sevgi, ayıran tiksintidir. Gövde dağılır, kurucu öğelerine ayrılır, bu nedenle ölümlüdür. Tin, gövdeye konuk olarak geldiğinden, tanrısal kaynağına döner, bu nedenle de ölümsüzdür. Gövde tinin kapatıldığı bir özlem yeridir, tin gövdede bulunduğu sürece bağımsızlığından yoksun bırakılmış gibidir, tanrısal kaynağı özler, ona dönmek için yanar tutuşur. Tinin bu özlemine sevgi (aşk) denir. Ölüm tinin gövdeden ayrılıp tanrısal kaynağına dönmesi diye anlaşıldığından, bir özgürlük olayıdır. Tin ölümsüz olduğundan, insanın da ölümsüz bir yanı vardır. Gövdeye dirilik kazandıran, düşünme-anlama-yargılama gücü veren tindir.
Anadolu kaynıyor, kırsal kesim insanlannın yaşama sevinci yerini yaşama korkusuna bırakıyor, toplum dağınıklık içinde yüzüyor, çalkanıyordu. Savaşın yarattığı korkunun yerin de açlığın, geçim sıkıntılarının doğurduğu umutsuzluk esiyordu.
Bir yazın öğretmeni yazar Şeyh Galib'in
Yine zevrak-ı derinum kırılub kenara düşdi
Dayanır mı şişedir bu reh-i sengsare düşdi
dizelerinde geçen 'zevrak" sözcüğünü' 'kayık" anlamında alarak,
"gönlümün kayığı kırılıp bir kıyıya düştü
dayanır mı şişedir bu taşlı çakıllı yola düştü"
biçiminde açıklamıştı. Oysa "zevrak" sözcüğü Arapçada «Zemzem şişesi" anlamına da gelir. Eskiden Hacca gidenler, çevresi hasır örgülü yürek biçimli şişelerle zemzem getirirlerdi. Şeyh Galib'in anlatmak istediği buydu:
bir zemzem şişesini andıran gönlüm
kırılmış bir kıyıya düşmüş, dayanır mı sırçadandır, taşlı yola düşmüştür...
Besbelli, kayığın taşlı çakıllı
yolda ne işi var?
Bu tür örnekleri istediğimizce çoğaltabiliriz. İşte Mevlana'nın dörtlüklerinin başına gelen böylesi olaylar da az değildir..