Siyah beyaz yerli filmlerden pekiyi derece ile mezun olmuş bir öğrenciyim ben. Bütün meyhanecileri o filmlerdeki Faik Coşkun sanmak gibi bir hataya düştüm. Belki de düşüş o zaman başladı.
Biz dolambaçlı bir yoldan yükseldikçe Bursa, Mimoza, evim, karım, oğlum, dert ortağım meşe ağacı, Baba'nın hacı karısı, kutsal kaynanası ve hayat kirli bir sisin altında kaybolacaktı. Kent bizden kurtulacaktı, biz kentten.
Ne iş yaptığını bilmiyorduk, burada öyle şeyler sorulmazdı, yakışık almazdı. İşini yeni kaybetmiş ya da hiçbir zaman doğru dürüst işi olmamış birini bozardı bu soru.
Bir insanı başkalarının gözünde sefil yapan yalnızca yoksulluğu mudur? Diyelim ki öyledir. Ama bu sözcük benim için kullanıldığında kimi zaman berduş, kimi zaman ayyaş ile eşanlamlı bir değişime uğruyor. Bunun tek nedeni ise, bir mekân. Anlaşılır gibi değil.