Ne düşündüğümüz kadar, düşüncelerimize karşı olan tutumumuz yani onları nasıl ele aldığımız da önemlidir. Adrian Wells, düşüncelere karşı olan iki tutumdan bahseder: odaklanmış tutum ve üstbilişsel (gözlemci) tutum. Odaklanmış tutumda bahsedilen bireylerin çoğunlukla düşüncelerini ve inançlarını "iç olaylar"olarak görmekten ziyade gerçek doğrularmış gibi ele almalarıdır. Dolayısıyla düşünceleri ile aralarında bir mesafe yoktur. Üstbilişsel (gözlemci) tutumda ise bireyler düşüncelerini gözlemleyerek onlara zihinsel olaylar olarak bakarak, düşüncelerini ve inançlarını deneyimlerinden ayırabilirler. Düşüncelerimize bir gözlemci olarak bakabilmek, düşüncelerin sadece birer düşünce olduğunu ve dış gerçekliğin birebir aynısı olmayabileceğini fark ederek, onlarla aramıza mesafe koymamıza olanak verir.
Bir süre sonra
Bir eli tutmakla, bir ruhu zincirlemek arasındaki ince farkı öğrenirsin,
Ve aşkın yaslanmak,
Birlikte olmanın da güvende olmak anlamına gelmediğini öğrenirsin.
Ve öpücüklerin sözleşme
Ve hediyelerin de vaat olmadığını
Takvimi doldurduktan sonra muhtemelen hoşa giden anların aslında çok da büyük şeyler olmadığını anlayacaksınız. Sadece anlar, fakat zaten hayat anlardan ibarettir. Bu anlar bir çocuğun gülüşü, dalda ki bir çiçek, yüzünüze değen rüzgâr, içinizde aniden beliriveren bir heyecan, lezzetli bir yemeğin ilk lokması olabilir.
Gördünüz mü? Aslında ufacık ve anlık yaşantılar. İşte yaşamın anlar dan ibaret olması bu küçük anların yavaş yavaş birikmesiyle oluşur. Her hoşa giden an önemsendikçe daha çok artar, daha fazla dikkatinizi çekmeye başlar.Yaşamda neye dikkat edersek o fazlalaşır ve ön plana çıkar.
Aileler genellikle, çocuklarını yetiştirirken eksiksiz ve ideal ebeveyn olmayı arzularlar. Bu neredeyse hiçbir zaman mümkün olmadığı için bu durum anneleri oldukça yıpratır. Özellikle anneler yoğun suçluluk duyguları ve kendine güven kaybı yaşayabilmektedir.
Kendimize ve çocuklarımıza yüksek standartlar koymak ve bunlara erişememek ya da erişmek için kendimizden ve iyi oluşumuzdan ödün vermek doğru yolda olmadığımızın bir belirtisidir. Oysa ki, çocuklar zaman zaman başarısızlığa uğramalı ve bizler de zaman zaman yetersizliğimizi, çaresizliğimizi hissedebilmeliyiz. Eğer bu gerçeği reddedersek çocuklar, olumsuz yanlarını gizlemeden, olduğu gibi insan olmanın ne demek olduğu gerçeğini kavrayamazlar. Bu birbirinden ayrılmaz kusurluluk ve başarısızlık anları, onlar için şefkat, öğrenmek, telafi etmek, affetmek, mizah, dürüstlük ve nezaket için birer fırsata dönüşebilir.