Milan Kundera, yazdıklarıyla zihnimizi altüst eden bir yazar. Dünyaya bakışını, politik duruşun bireysel yaşamlar üzerindeki izdüşümlerini didaktizme kaçmadan verebilmeyi beceren biri. Kayıtsızlık Şenliği'nde de benzer politik düşüncelerini düş ve gerçek karışımı bir hikayenin üzerinden serimlerken Paris'te yaşayan ve birbirlerine benzemeyen kahramanların düşünsel dünyalarını aktarıyor.
Garip olan şu ki kayıtsızlık, bir eylemsizlik hali olarak, yaşananları tolore etmeye yarasa da insanın iç dünyasında gerçekleşen tüm sorgu ve duygusal devinimler kayıtsızlığın tersi bir duruma işaret ediyor. Ramon'un sözleri üzerinden şekillenen kayıtsızlığın varoluşun özü olduğu savı, pek çok açıdan problemli bir önerme. Eğer kayıtsızlık, Ramon'un söylediği gibi kimsenin görmediği köşeye sıkışmış ve insanın hayata devam etmesini sağlayan bir duygu olsaydı pek çok olay için sergilenen tepkisellik ve bu tepkinin insanı hayata bağladığı gerçeğini yok saymamız gerekirdi.
Sanırım, Avrupa toplumlarındaki bireycileşmek düşüncesi üzerinden yola çıkıyor Kundera. Oradaki insanların içine düştüğü tepkisizlik bağlamında kitabın önermesi mantıklı ama insanlığın tümü için geçerli değil. Zira feodal bağların güçlü olduğu toplumlarda kayıtsızlık değil, asıl sorun tepkisellik.