her peygamber kendisi ile birlikte getirdiği mesajı kavmine ulaştırırken, aynı zamanda o kavmin diline ilişkin kavramları sekülerlikten ayıklayarak tevhidi oluşturmak için dili de bir bakıma yeniden inşâ etmiş olurlar.
Müslüman ümmete ilerlemenin gözü ile bakan aydınlar, onda yoksulluk, sefalet ve gerilik bulurken, aynı zamanda ümmette, karşı çıktıkları muhalifin sahip olduğu benzerlikleri de aramaktadırlar.
Firavun’un görkemli mezarları veya eski Grekler’in kusursuz heykelleri; isterse Yahudiler’in “vaadedilmiş toprakları/seçilmiş kavim” olmaları; ya da günümüzdeki gibi modernitenin “düşünüyorum”u olsun; sonuçta farklı “araçlar” kullanmalarına rağmen, “dünyayı” esas aldıkları görülür. Bu esas alışta, dünyanın geçici olmaktan çıkartılarak onu kalıcı yapma teşebbüsleri yatmaktadır.
Fakat her defasında mağlubiyetlerinin sebebini kendilerinde ve yaptıklarında arayarak derlenip toparlanmış, yaralarını sarmış ve güvenlerini yitirmeden Allah’a yönelmiş, yollarına devam etmişlerdir. Oysa modernitenin gücü İslâm dünyasının sınırlarına ulaştığında, Müslümanlar bütün tarihleri boyunca hiç düşünmedikleri bir şeyi yapmaya kalkarak, mağlubiyetlerinin sebebini hep kendilerinde bulurken, bu kez başka yerde arayacaklardır. Ve ilk defa mağlubiyetin sebebini kendi dışlarında yani dinlerinde görecek; dinlerini tartışma konusu yaparak onu suçlayacaklardır.
Kullandığımız dilin kavramları bize, mevcut, yaşamakta olduğumuz hayat biçimini yarına aktarmamızı sadece sağlıyor; diğer bir deyişle bu kavramlar içeriklerindeki ahireti çağrıştırıcı, refere edici anlamlarını artık büyük oranda yitirmişlerdir
Düşünce hayatımızda önemli yerleri olan çok sayıdaki kavram, “form” olarak İslâm’a ait olmasına karşın içerik anlamları İslâm’ın kastettiği anlamlardan çok farklılaşmış, dolayısı ile sekülerleşmiştir.
Aydınlanma’nın, hayatı insanın nefsine ve şeytana karşı mücadele olmaktan çıkartıp, tabiat ve dolayısı ile varlık alemine karşı özgürleştirici bir savaş haline dönüştürmesi, ilerleme inancının sayesinde olmuştur.
içlerinde Müslümanların da bulunduğu insanlar, başlangıçtan beri mücadelelerini iki şeyi umut ederek sürdürdüler. Bunlardan biri; kendileri üstünde kurulan siyasal, kültürel ve teknolojik hâkimiyetten kurtulmak için “muhalifin” elindeki fiziksel ve entellektüel “araçlara” sahip olmak. İkincisi ise; yine bu araçların imkân ve yardımı ile kendi geleneksel yapılarını ve eski değerlerini yeniden inşâ etmek ve canlandırmak!.. Bunun neticesi olarak 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren derileri ve dilleri farklı bütün insanlar modernitenin getirdiği meselelere çözüm ve cevap bulmak umudu ile kendilerince adına “yerli” dedikleri çözüm arayışlarına girdiler
günümüzde yoğun çaba sarf edilerek yapılmak istenen Kur’an’ın yeni yorumu/okunuşu neticede her şeyin daha iyi olacağı; Müslümanlar’ın meselelerinin kolay ve tez elden hallolacağı; refaha ve mutluluğa kavuşulacağı umut ve beklentisi ile dopdoludur. İnsanın “varlık ve yokluk”, “darlık ve genişlik” ile imtihan edileceğine ilişkin ayetler, bu projenin irrasyonel boyutunu oluşturduklarından artık dışarıda tutulmaktadırlar.
Aydın modern dünya ile bazı yönlerden barışık yaşamak istemiştir. Kuşku yok ki, bu talepleri ile kendisini Alim’in yerine ikame etmek istediğini, sözde olmasa bile pratikte görmek mümkündür.