Nal deyip geçmemeli!.. Aslında önemli bir zenaat, belki eski toplumumuzun bir
sektörü nal üzerine bina edilmiş. Şüphesiz eskiden kasabaların önemli bir meslek
gurubunu nalbantlar (na'1-bend) oluşturuyordu. "Nallıhan" ismiyle anılan
yerleşim bölgemiz, bize hanlardan da nalbantlık hizmeti verildiğini gösteriyor.
Eski Türklerin "takav" dedikleri nal için Osmanlı'da nal-baha (nal bedeli)
denilen resmî bir ödenek çeşidi mevcut-muş. Bıçkın yeniçerilerin pazularına
hakkettikleri dövmenin bir çeşidi de keza nal şeklini taşır. Abdallarını
bedenlerine nal şeklinde dağlar yakmaları yaygın bir âdettir. Hatta bunların
bazıları gerçek bir nalı -yahut nal biçiminde kesilmiş bir tenekeyi- çuvaldız
türünden şişlerle etlerine tuttu-rurlarmış. imam Ali veya imam Hüseyin aşkına
vücuda yakılan nallar ise Alevîler arasında ünlüdür. Bütün bu işlemlerin eski
adı "nal çekmek" veya "nal kesmek"tir. Bazı batılı filmlerde gördüğümüz
hayvanları nal ile damgalamak da aynı işlemin adıdır.
Nesimî'nin bir beyti şöyledir:
Gel gel berû ki savm u salâtın kazası var
Sensiz geçen zamân-ı hayâtın kazası yok
(Ey sevgili!) Gel, gel beri ki oruç ve namazın kazası vardır. Ama sensiz geçen
ömrün kazası olmaz.