Tarihçiler, edipler, Müslümanlar, sosyologlar ve hatta düşmanlar gözünde bile Akif, sahici bir değer, güzel bir şahsiyet, gıpta edilecek mümtaz iyi bir ahlâk neferidir. Elbette kusursuz değildir...
Arkadaşlarının şahadetiyle biliyoruz ki o, yalnız bir adamdı. Müslüman bir mütefekkir, bir şair, Müslüman memleketinde nasıl yalnız kalabilir; niçin yalnız yaşar acaba? Bu sualin cevabını herkes kendince aramalıdır.
Mithat Cemal şöyle aktarıyor: O, caddelerden tenhaya kaçan bir adamdı. Adeta utangaç bir çocuğun sessiz kabadayılığı vardı üzerinde. Sahnesiz bir adamdı. Hiçbir şeyi sergilemez, ancak olması gerekeni yaşardı. Kimsenin hususiyetini konuşmazdı. Düşmanının bile varsa değerine "var" derdi. Karşısındakinin söylediğini asla dinler gibi görünmez, sahiden dinlerdi. Hilekâr bir yüzü yoktu...
Allah'ın, insanın gelecekte ne yapacağını biliyor olması, bunu böyle diliyor olmasını asla icap ettirmez. Zira Allah'ın neyi ne kadar bildiğini bildiren ilâhi kelam aynı zamanda onun neyi dilediğini ve neyi murat etmediğini de bildiriyor. Mesela Allah hangi insanın şer, fısk, fücur, küfür, şirk işlemesini istemiştir? Tam aksine insanı bunlardan sakındırmıştır. Yani Allah'ın iradesi bunların işlenmemesi yönünde tezahür etmektedir. Ama hür iradeli insan, kendisi dilerse şer yönüne sapmaktadır. Allah bu insanın şer yönüne sapacağını bilmektedir diyelim ama bunu dilememekte, istememektedir. Bu bakımdan şerri Allah'a nispet etmek, ona iftiradır.