Nakşibendîlik

Hamid Algar

Nakşibendîlik Sözleri ve Alıntıları

Nakşibendîlik sözleri ve alıntılarını, Nakşibendîlik kitap alıntılarını, Nakşibendîlik en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tasavvuf, isim olarak olmasa dahi müntesiblerine göre İslâm’la yaşıttır. Çünkü aslî doktrinleri ve uygulamaları tamamen İslâmî olan iki kaynaktan neşet etmiştir: Allah’ın kitabı ve Elçisi’nin Sünneti. Dolayısıyla meşrû bir tarîkatın, tarihin belli bir bölümünde isim babasının himayesi altında ortaya çıktığını farz etmek tam doğru olmaz. Her tarîkat tabiri caizse İslâm’ın ilk dönemine ve İranlı şair Fahreddîn Irâkî (v. 688/1289)’nin sözleriyle “Rahmân’ın kervansarayındaki sûfî” (Fahreddîn Irâkî, Külliyât, nşr. Sa’îd Nefisî [Tahran, 1338 sh./1959], s. 203) olan Peygamber’in bizzat şahsına kadar uzanan bir inisiyatik geleneğin müstakil billurlaşmasıdır.
Nakşibendiyye’nin ve genel olarak İslâm’a bağlılık ve inancın varlığını sürdürmesi olgusu, birçok batılı araştırma bunun öyle olduğunu ortaya koyuyorsa da, şaşırtıcı değildir. Türklerin İslâm’a bin yıllık bağlılıkları, elli yıllık vasat ve elitist hükümet tarafından unutturulamazdı; Türklerin geleneksel hayatında en önemli unsuru teşkil eden sûfî tarîkatları, yasaklı oluşlarına göğüs gerip zorunlu olarak yaşamaya devam edeceklerdi. Bu devam ediş; bir ‘kimlik bunalımı’nın veya ‘modernizasyonun karmaşıklıkları’na naif ve basit ruhlu kişilerin reaksiyonunun bir sonucu olarak tasavvur edilemez. (Gerçekte, sadece küçük bir polemik mübalağa ile şu savunulabilir: Türkiye’de kültürün laikleştirilmesi esas olarak kültürün vulgarizasyonudur; bu sebeple İslâm’a, özellikle de sûfî tarikatlara bağlılık, çağdaş Türk kültüründe bulunmayan bir zenginlik ve farklılık unsuru sağlamaktadır.) Muayyen sosyo-ekonomik gelişmelerin ikincil bir neticesi olarak da düşünülemez: Sûfî tarîkatları şehirlerde, kasabalarda ve köylerde mevcut olup bu tarîkatların mensupları hem zengin, hem fakir, hem tahsilli, hem de okumamış kesimlere ait olabilmekte ve böylelikle de yüksek derecede parçalanmış bir toplumda birleştirici bir rol ifa etmektedirler. (Farklı sosyal tabakalara mensubiyet olgusuna bazı Nakşibendî gruplarında farkına varılabilir; ancak bir bütün olarak tarikattaki mutlak mensubiyet silsilesi karşısında sınıf analizi teşebbüsleri zorunlu olarak başarısızlıkla sonuçlanacaktır.)
Sayfa 444Kitabı okudu
Reklam
Bedîüzzaman’ın sadık talebesi Hâfız Şamlı Tevfik, Mevlânâ Hâlid’le Bedîüzzaman’ın kariyerleri arasındaki kronolojik paralelliklere dikkat çekmiş ve bunları tesadüfî veya önemsiz olamayacak kadar çok sayıda ve sarih olarak değerlendirmiştir. O, Bedîüzzaman’ın Mevlânâ Hâlid’den ay takvimine göre tam tamına bir asır sonra doğduğuna; “tecdîd-i din mücâdelesi” için Osmanlı başkenti İstanbul’a, Mevlânâ Hâlid’in Moğol başşehri Delhi’ye varışından tam yüz yıl sonra geldiğine; Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentindeki politik manzaradan tiksindiğinden dolayı Ankara’yı terk edip Van’a gidişinin, Mevlânâ Hâlid’in politik sebeplerle Bağdad’dan Şam’a gidişinden tam bir asır sonra gerçekleştiğine dikkat çekmiştir. Hâfız Şamlı Tevfik, bundan dolayı Risâle-i Nûr’un tecdîd vasıtası olarak fonksiyonunun “hadisin açık metniyle (nass-ı hadisle), ‘her yüzyılda’ şeklindeki spesifik ifadesiyle” ispatlandığını belirtmek sûretiyle sözlerini tamamlar. (Bedîüzzaman Saîd Nursî, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 42.)
Sayfa 391Kitabı okudu
(Abdurrahman) Camî’nin gözünde, Celâleddîn Rûmî Farsça konuşanlar için ne ifade ediyorsa, İbn Arabî de Arapça konuşanlar için aynı şeyi ifade ediyordu. O, manevî hikmetin en büyük yorumcusu idi.
Sayfa 178Kitabı okudu
Hâce Ubeydullah Ahrâr gibi bazı Orta Asya Nakşibendî şeyhleri hâce lakabını kullanmaya devam etmişlerse de Hâcegân, Nakşibendîlik’ten ayrı bir tarîkat olarak Emîr Külâl’in Bahâeddîn Nakşbend dışındaki diğer halifeleriyle ancak iki üç nesil kadar varlığını sürdürebilmiş, daha sonra Nakşibendîliğin içinde erimiştir. Mola Câmî’nin, Nakşibendî yolunu anlatan risâlesine Serrişte-i Tarîk-ı Hâcegân adını vermesi, Nakşibend tarîkatının manevî ecdâdına bir saygı ifadesi olarak değerlendirilir.
Sayfa 119Kitabı okudu
Nakşibendî geleneğine göre Gucduvânî, Yûsuf el-Hemedânî’ye uyarak Hâce Ahmed Sıddîk, Hâce Evliyâ-ı Kebîr (Kelân), Hâce Habbâz Buhârî ve Hâce Ârif-i Rîvgerî adlı dört halife bırakmıştır. Bunların dördü de mürid yetiştirdiği halde tarîkatın devamını Ârif Rîvgerî sağlamıştır. Rîvgerî’den sonra Hâcegân silsilesi, sırayla Hâce Mahmud İncîrfağnevî (v. 715/1315-16 [?]), Kübreviye tarîkatının büyüklerinden Alâüddevle-i Simnânî ile ilişkisi bulunan Hâce Ali Râmîtenî, Hâce Bahâeddîn Nakşbend’in asıl mürşidi olan Emîr Külâl ile (v. 772/1370) devam eder (Muhammed b. Hüseyin Kazvînî, vr. 9b-12a).
Sayfa 118Kitabı okudu
Reklam
Geri13
40 öğeden 31 ile 40 arasındakiler gösteriliyor.