Seninle birlikte yürüyen acı, sana eşlik eden, senin yüzünde belirip çoğalan acı, başkalarına da nasıl sezdiriyor kendini. Sarf edilen bir söz, yıllar sonra da olsa, nasıl oturuyor yerine.
Ah, Haliç'te eski bir balıktım ben. Akşamüzerleri karanlık nasıl çökerdi, çocuklar kıvrım kıvrım uzanırlardı deliklerinde. Taşlar öyle büyürdü, yorgunluk parmaklarımın ucunda böylece, bir taş olur ağırlaşırdı benim. Eski günlerde, ağırlığımın beni çıkarıp dalgaların sesinde, kıyıya öyle ağır ağır çarpan sesinde dolaştırabileceğini düşünürdüm. Olmazdı tabii, olmazdı, kaygıyla akanların arasında bir yerim olabileceğini ise hiç düşünmezdim. Yorgundum çok. Acıların etimi sertleştirdiğini bilirdim elbette, ama o yalnızlık, o kimsesizlik duygusu, alıp giderdi benliğimi. Böyle miydi, böyleydi en çok. O yorgun öğleden sonraları düşünürdüm bunu ben, hem, kollarımda artık beni taşıyacak bir gücün de kalmadığını, hiç mi hiç kalmadığını, rüzgâr nasıl usulca, alaycı rüzgâr. Eserdi. Sen o hafta sonlarında, yağmurluğunu sırtına geçirip gelirdin.