Nana ve Germinal adlı eserleriyle tanınan Fransız yazar Émile Zola'nın bu kitabı 5 kısa öyküden oluşuyor. Hepsinde ana tema ölümdür. Yazar, edebiyata getirdiği natüralizm doğrultusunda olay örgüsünü sanatsal renklere yer vermeden doğal imgelerle oluşturmuştur. Kitap, en zengin aristokratlardan basit köy çiftçisine, ölüme ve ötesine kadar insanların hikayesini anlatıyor.
Hikâyelerde genel olarak dikkatimi çeken nokta, ölümün eşiğindeki kişinin perişan olması, sevdiklerinden yeterince ilgi, değer ve anlayış görememesiydi. Bunu daha önce okuduğum "İvan İlyiç'in Ölümü"nde fark etmiştim. Ancak ölüm döşeğindeki insan, etrafındaki sevdiklerinin sıcaklığını ister. İster sevgisiz bir eş olsun ister merhametsiz oğullar.
Ölüm hiçbir zaman bilemeyeceğimiz gizemlerden biridir. Dolayısıyla ondan bu kadar korkuyoruz. Bir yakınımızı kaybettiğimizde ağlarız. Başlangıçta ölümün getirdiği anlamsızlığı kabullenemeyiz ama zamanla bilinmezliğin getirdiği acıyı kabul ederiz. Ve ağlamayı bırakırız, şarap içeriz, miras tartışırız, karnımızı açsa yemek yeriz, ekinleri sularız, müşterilerin yanına döneriz. Kısacası yaşamaya devam ederiz.
"Ölüm haktır, ölüm döşeği tabudur, cenaze töreni ortak, yas özeldir... Peki ya ölüm herkese eşit davranır mı?"