Türk-Müslüman Kimliğinin Müzakeresi

Ne Mutlu Türk’üm Diyene

Gavin D. Brockett

Ne Mutlu Türk’üm Diyene Posts

You can find Ne Mutlu Türk’üm Diyene books, Ne Mutlu Türk’üm Diyene quotes and quotes, Ne Mutlu Türk’üm Diyene authors, Ne Mutlu Türk’üm Diyene reviews and reviews on 1000Kitap.
Terimin nasıl tanımlandığından bağımsız olarak, laikliğin Türkiye'de Müslüman inancını ve ibadetlerini ortadan kaldırmadığı gayet açıktır. Milliyetçi tarih anlatılarının ayrılmaz parçası olan modernist varsayımlara rağmen, Allah tahtından edilmemiştir. Çizgisel bir ilerleme modeline dayanan bu yaklaşımlara içkin olan varsayım, "modern" kültürlerin ve toplumların zamanla "geleneksel" kültürlerin ve toplumların yerini almasının kaçınılmaz olduğudur. Bu itibarla milliyetçiliğin yükselişinin dinin zayıflamasıyla örtüştüğü iddia edilir. Gerçekten de, bir ulus inşacısı olarak Mustafa Kemal'in ünü, Osmanlı İslam kurumlarını ve popüler Müslüman kimliklerinin merkezinde bulunan pratikleri münhasıran milletin etrafında şekillenen yeni kurum ve pratiklerle ikame etmeyi amaçlayan reformlarından türemiştir. Onun iddiası, Osmanlı İmparatorluğu'nun irrasyonel ve geri kalmış bir dinî geleneğe saplanıp kaldığı için ölmek üzere olduğuydu; yeni Türkiye, tam tersine, Islam'la bağlarını çıkarıp atmak ve kendisini bilim ve ilerlemeye adamak zorundaydı. Bu dönüşüm nihai olarak 1928'de alınan ve devletin resmî dini olarak İslam'ı gösteren her referansın Türk Anayasası'ndan kaldırılmasını öngören kararla simgeleşmişti.
Sevr Antlaşması'nın uygulanmasına ve Anadolu'nun yabancı askerî güçler tarafından işgaline direniş, bu cihetle, halkın büyük çoğunluğunun kendisini Müslümanlar ve şanlı Müslüman hanedanının mirasçısı olan Osmanlı sultan-halifesinin kulları olarak özdeşleştirmesiyle birleşti. Direniş, Erik Jan Zürcher'in “Osmanlı Müslüman milliyetçiliği” olarak tanımladığı bir ruh etrafında örgütlendi. Bu, kökenlerini ilk önce Sultan II. Abdülhamid'in (1876-1909), daha sonra Hristiyan kulları arasında yayılan milliyetçiliğin Balkan vilayetlerinin kaybına yol açtığı zamanda dahi Osmanlı Imparatorluğu'nun Müslüman nüfusunun birliğini vurgulamak amacıyla hareket eden ITC'nin sürdürdüğü politikalarda bulan bir yaklaşımdı. Farklı etnik kimlikleri içermeye ve onları Müslüman kullar olarak birleştirmeye yetecek kadar kapsayıcı olan Osmanlı Müslüman milliyetçiliği, Mustafa Kemal'in Avrupa'nın emperyalizmine karşı birleşik bir cephe oluşturma çabaları sırasında halk arasındaki yaygın dinî kimliklerle ilintili simgeleri ve deyimleri becerikli bir şekilde manipüle edebilmesine fırsat verdi. Sadece tek başına bu durum, bir ideolojinin, gelecekteki bir Türk ulus devletinin elit vizyonundan değil ama Anadolu kültür ve toplumuna nüfuz etmiş gerçeklerin anlaşılmasıyla ortaya koyulduğu takdirde Anadolu halkı arasında yankı bulduğunu gösterir.
Reklam
Mustafa Kemal'in sözleri, geçmişi modern ulus devletlerinin ortaya çıkışına uygun biçimde yansıtan retrospektif tarih anlatılarının üretilmesinde milliyetçiliğin muazzam gücünü yansıtır. Milliyetçi tarihsel anlatılar, milleti insanların ortak kimliklerinin doğal ve ezelden beri var olan biçimi olarak görürler ve her milletin, bireyi öncelikle kendi milletini benimsemeye zorlayan eşsiz ve genetik kültürel niteliklerden türediğini sorgusuz sualsiz kabul ederler. Keza bu anlatılar, milletle özdeşleşmenin ezelî özelliğine rağmen, her milletin tarih boyunca kendini bağımsız bir sosyopolitik kurum olarak var etmesini engelleyen zorluklarla karşılaştığını da vurgularlar. Bu yüzden, bağımsız bir ulus devletinin modern zamanda ortaya çıkışı, görünüşte yüzyıllar, hatta binyıllar süren bir beklentinin doğum sancılarının sonucudur. Dolayısıyla milliyetçi tarih anlatıları teleolojik bir kesinlikle milletin geçmişte de var olduğunu aksettirirler.
Bu kitapta incelenen millî kimlik oluşumunun toplumsal tarihi, Türk tarihini Mustafa Kemal'in kişiliğine ve fikirlerine dayanarak açıklayan bakış açılarına açık bir itirazdır. Merkezinde laikliğin olduğu öne çıkan topyekûn dönüşüm anlatısının yapısı, Mustafa Kemal'in kendisi ve hükümeti tarafından gerçekleştirilen reformcu yasaların can sıkıcı bir nakaratına yapılan vurgudan türerken, Türk Devrimi'nin gerçek etkisini ve halkın bu devri nasıl alımladığını uzun uzadıya çözümlemiyor. Hakim olan eğilim, Mustafa Kemal'in kendi başına Türk milletini yarattığı ve Ankara'da Meclisten geçen yasaların Türklerin günlük yaşamlarını kökünden değiştirdiğiydi. Bu anlatı kalıcı ve heyecan verici olabilir ama ciddi şekilde eksiktir. Biz kesinlikle bu anlatının ötesine geçmeliyiz. Mustafa Kemal, hiç şüphesiz Türk tarihinde önemli bir rol oynamıştır, fakat biz diğer her şeyi dışlamak pahasına Mustafa Kemal'in bu rolünü daha fazla yüceltemeyiz.
İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonraki yıllarda yeni bir yabancı araştırmacılar kuşağı, Türk ulus devletinin kuruluşunun eleştirel bir yorumunu sunma fırsatını ellerinden kaçırdılar. Bunun yerine Kemalist tarih anlayışının özünü kendi çalışmalarına uyarlayıp "Doğu"daki beklenmedik gelişmeleri öğrenmeye hevesli okurlara Şarkiyatçı bir bakış açısıyla yansıttılar. Mustafa Kemal "geri kalmış" Yakın Doğu ve Orta Doğu'nun bir antitezini temsil ediyordu ve onun Batı medeniyetine öykünme kararlılığı Batı'nın gururunu okşamıştı. Batı'nın uzun süredir Doğu'dan, özellikle de İslam'dan duyduğu rahatsızlığı ve İslam'a karşı beslediği düşmanlığa varan hisleri göz önünde tutarsak Mustafa Kemal Şarkiyatçılara, Avrupa sınırlarının ötesinde değişimin ve ilerlemenin olanağına güvenlerini ifade edebilmeleri için nadir görülen bir fırsat sunmuştu. 1945'ten sonra Türkiye'ye gelen yabancı araştırmacılar, yabancı yazarlar tarafından iki savaş arasında ilan edilen topyekûn dönüşümün gerçekleşmediğinin ve özellikle "çağdaşlaşmanın" Türkiye'de İslam'ın sonunu getirmediğinin gayet farkındaydılar. Bunu usulüne uygun olarak kaydetmelerine rağmen, kendi eğilimleri -ve yazılarının muhatabı olan okurlarının eğilimleri- Mustafa Kemal'e çağdaş bir reformcu ve modernleştirici olarak yapılan vurguyu akılda tutmalarını sağladı.
Fakat milliyetçi ideolojinin kurallarına göre yazılan bir tarihsel anlatı, bireylerin ya da grupların nasıl olup da belirli öğretileri kabullendiklerini da bunlara nasıl uyum sağladıklarını veya reddettiklerini ya incelemekte yetersiz kalacaktır. Şerif Mardin'in gözlemlediği gibi, bu tarihyazımı "tahakkümün, iktidarın ve zorun sınırlarını" baştan verili kabul eder ve "tahakküm altındakilerin olanakları" gibi çok önemli bir sorunu göz ardı eder. Bu yaklaşım, "simgeler, anılar, mitler ve geleneklerin nesilden nesle aktarılan birikimlerine" dayanarak milliyetçi bakış açısını yeniden biçimlendirme ve değiştirme kapasitesine sahip birçok unsurun bir insan grubundaki mevcudiyetini kabul etmek yerine, aşırı basitleştirilmiş bir millî kimlik oluşumundan yararlanır ve cahillik, geri kalmışlık, mukavemet ve gericilik gibi yergi dolu ve belirgin bir anlamı olmayan terimleri kullanarak elitlerin bakış açılarını düzeltme girişimlerine izin vermez. Buna karşılık İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye'de ortaya çıkan yerel basılı medya, insanlara Kemalizmin özgün millet fikrini yeniden şekillendirme fırsatı vererek, halk arasında bir millî kimliğin -Müslüman millî kimliğinin ilk defa oluşmasına yol açmıştır.
Reklam
101 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.