Kadın eksikti. Kadın güçsüzdü. Kadın kendini koruyamazdı. Hatta aç, susuz kalırdı. Yani erkek varsa kadın vardı. Yaşamasını erkeğe borçluydu kadın. Kadın bir hiçti annesine göre.
"İnsanlar böyleydi işte. İnsaf, şefkat, acıma duyguları işin içine töreydi, dindi, imandı meseleri girdi mi unutuluveriyordu. Katı bir acımasızlık insaniyeti öldürüyordu."
Gürültüye aldırmıyorlardı. "Yahu, bir-iki kadeh parlatıp, günün sıkıntılarından, içlerinde tortulaşan dertlerden, sevdadan ya da başlarına vuran parasızlıktan, kadınsızlıktan bir an olsun uzaklaşmak için birileriyle rahatça çene çalamayacaksak ne işe yarar meyhane?" diye düşünürlerdi. Rakıyı, şarabı bir başına somurtarak kahırlar içinde her yerde içebilirdi insan. Ama meyhane başkaydı işte. Bağıra bağıra konuşsan, kahkaha atsın, hatta aşka gelip, "Öf len öf" diye narayı patlatsan ayıplanmazdı. Meyhane adabıydı bu.
İhsan Raif, hocası Tevfik Efendi'nin ona milat meselesini izah ederken söylediklerini hatırladı.
"Zamanın bir ölçüsü olmak lazım gelir. Bir şeylerin başladığı ya da bir şeylerin bittiği bir zaman. Bir sıfır noktası. Ondan öncesi ve ondan sonrası. İşte buna milat deniyor. Gavurlar İsa'nın doğumunu milat kabul ediyor. Biz efendimizin hicret ettiği tarihi. Ve unutma, hepimizin hayatında da kendimize göre bir milat vardır kızım. "
O zaman pek anlamamıştı bunu ama haklı çıkmıştı Tevfik Efendi işte. Artık onların hayatlarında da bir milat vardı." Hırsız! ".
" Hırsızdan öncesi" geride kalmıştı. Artık, "Hırsızdan sonrası" yaşanacaktı.
Kadın eksikti. Kadın güçsüzdü. Kadın kendini koruyamazdı. Hatta aç, susuz kalırdı. Yani erkek varsa kadın vardı. Yaşamasını erkeğe borçluydu kadın. Kadın bir hiçti annesine göre.