Bir Arap dostumun ifadesiyle “Ecmelü’l - medine fi’l - alem” (Dünyadaki en güzel şehir). “Şehirlerin Sultanı” ya da daha doğru ve ona yakışan deyimle “İmparator Şehir”. Ayrıldığınızda sizi da’üssıla hasretiyle için için yakan, gözünüzde burcu burcu tüten, uğruna ölünen sevgili, Dersaâdet...
Tarih; mekân, insan ve hadise üzerine dayanır. Biz daha baştan mekân ve insan kısmını atlayarak hadiseyi çözmeye çalışıyoruz. Halbuki mekânı tanımayan, insanı bilmeyen hadiseye nasıl hakim olur, onu nasıl değerlendirir, nasıl anlar?
Sonra, o tarihi hanların birinin avlu kapısı önünde küçük fakat şirin bir yelpaze gibi açılıp gölgesinde nice insanı barındıran çınarın dibine oturup o fıskiyeli tarihi taş havuzun su şırıltısını, çınarın yaprak seslerini dinleyerek bir kahve için.
Tepeden baktığınızda gözünüzü okşayan, alaturka kiremitlerle dokunmuş dam estetiği; içeriye girince uzayıp giden Arnavut kaldırımlı sokakları; dağlardan inen suların meydana getirdiği, ortasından geçen nehri ve ille de üzerinde taş köprüsüyle sizi ikliminde eritmeli.