Ne deniz vardı ne kum, çimen de yoktu taş da, yoktu toprak, ağaçlar, gökyüzü ve yıldızlar. Dünya yoktu, gökkubbe ve yer yoktu o vakitler. Boşluk hiçlikti: Yaşam ve varlıkla dolmayı bekleyen boş bir yerdi sadece.
Her şeyin yaratılma vakti gelmişti. Ve, Vili ve Odin birbirine baktı ve Ginnungagap’ın boşluğunda yapılması gerekenleri konuştu. Evrenden bahsettiler, hayattan ve gelecekten.
Odin, Vili ve Ve, dev Ymir’i öldürdü. Öldürülmesi gerekiyordu. Alemler yaratmanın başka yolu yoktu. Bu her şeyin başlangıcıydı; ölüm, tüm yaşamları mümkün kıldı.
Yüce devi bıçakladılar. Hayal edilemeyecek kadar çok kan fışkırdı Ymir’in cesedinden; deniz kadar tuzlu, okyanuslar kadar gri kan fışkırıp öyle ani, öyle güçlü, öyle derin bir taşkın oldu ki tüm devleri sürükleyip boğdu. (Ymir’in torunu Bergelmir ve eşi hayatta kalan tek devlerdi, onları bir kayık gibi taşıyan tahta bir kutuya sarıldılar. Bugün görüp de korktuğunuz tüm devler, onların soyundan geliyor.)
Odin ve kardeşleri, Ymir’in etinden toprağı yarattı. Dağları ve yamaçları oluşturdu Ymir’in topladıkları kemikleri.
Kayalarımız ve taşlarımız, kumlarımız ve çakıllarımız Ymir’in dişleriydi, bir de Odin, Vili ve Ve’nin Ymir’le olan savaşında kırılıp parçalanan kemik parçaları.
Alemleri saran denizler ise Ymir’in kan ve teriydi.
Gökyüzüne bakın: Ymir’in kafatasının içine bakıyorsunuz işte. Geceleyin gördüğünüz yıldızlar, tüm kuyruklu yıldızlar ve kayan yıldızlar Muspell’in ateşlerinden sıçrayan kıvılcımlar hepsi. Peki ya her gün gördüğünüz bulutlar? Ymir’in beyniydi bir zamanlar, şimdi bile neler düşünüyorlardır kim bilir.