Tartışılamayacak bir şey varsa, o da, Haşim'in edebiyat tarihimizin en renkli, üzerinde en çok konuşulan ve en çok tartışılan şairlerinden biri olduğudur.
Haşim'e göre, mutlak anlamda iyi veya kötü sanat eseri, doğru veya yanlış bir sanat prensibi yoktur. Sanatta ebediyet iddiası gülünçtür, ölümsüz eser yaratmak, sadece sakat beyinlerin hayali olabilir.
Hayatın bir anlam taşıması için bir şeylerin mutlaka sürüp gitmesi gerekir. Yaşadığımız kimlik bunalımının en önemli sebeplerinden biri, değerlerimizi çok çabuk gözden çıkarabilmemizdir. Her şey gözümüzde o kadar çabuk eskiyor ki!
Hâşim'in ölümü gerçekten büyük bir üzüntü yaratmış, gazete ve dergilerde çok sayıda yazı çıkmış, Mülkiye, Yeni Türk ve Yedigün gibi mecmualar özel sayılar yayımlamıştır. Ankara ve İstanbul'da ihtifal ve konferanslarda da büyük şairin yakın dostları duygu ve düşüncelerini anlatmışlardır. Bu büyük ilgi, hiç şüphesiz, onun renkli şahsiyeti, istihzalı nesri ve nefis şiiriyle hayatımıza getirdiği zenginliğin birden farkına varılmış olmasıyla ilgilidir. Hâşim, ilk şiirlerinden biri olan Şeb-i Nisan'da,
Durgun suya baktım ve dedim: Âh ölebilsem
Mâdem ki yok ağlayacak mevtime kimsem.
demişse de, yanılmıştır.
Haşim'i hastahanede ziyaret eden Yakup Kadri, onun hakkında yazdığı kitapta doktorunun "Keşke bir an önce ölse de kurtulsa; çünkü her gün çektiği azap bin ölüme bedeldir" dediğini naklediyor.