En zorlandığım okuma türü her zaman öykü olmuştur. Çok kısa zamanda, birkaç sayfayla okuyucuyu etki altına almak, vermek istenen mesajın verilmesi, hikaye örgüsünün kurulması, betimlemelerin doğru ve yerinde yapılması bir öykü yazarı için hayati önem taşır.
Hani o meşhur bir şehir efsanesi var ya, Ernest Hemingway'a referans edilen dünyanın en kısa öyküsü "Satılık: bebek ayakkabısı, hiç giyilmemiş". Aslında bu cümle bir gazete ilanında geçiyor. Hemingway'de bunu alıntılıyor. Lakin bu kısacık cümle o kadar çok şeyi ifade ediyor ki. O yüzden okuması kadar bence yazması da en zor olan türlerin başında geliyor öykü.
Kitapta en çok akışa kapıldığım öykü "Uçurum Çiçeği" oldu. Kitabın geneli ile ilgili söyleyebileceklerim ise şunlar olabilir. Birden fazla duyguyu yaşatıyor okuyucuya. İsteyen istediğini anlıyor. Melankoli, varoluşsal sancılar, yarım kalmış hikayeler, anılar, geleceğin belirsizliği, kendini ispat etme dürtüsü, yalnızlık, kaybolmuşluk hissi...
Umutsuzluğu ve karamsarlığı yazmak kolaydır, kurmaca hikaye örgüsü yazmak biraz zordur. Fakat bence en zoru güzel anıları ve mutluluğu yazabilmek. Mutluluktan kastım Pollyannacılık değil; çocukluğun masumiyeti, adanmış hayatlar, mücadele dolu yaşamlar... Merve'de o cevheri görüyorum. Kömürün elmasa dönüşmesi için gerekli olan baskı gibi, iyi bir öykü yazarının da gerekli deneyime ihtiyacı var. Yazmaya devam...