Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ortaçağın Günbatımı

Johan Huizinga

Ortaçağın Günbatımı Gönderileri

Ortaçağın Günbatımı kitaplarını, Ortaçağın Günbatımı sözleri ve alıntılarını, Ortaçağın Günbatımı yazarlarını, Ortaçağın Günbatımı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bu dönemin düşüncesinin karakteristikleri olarak ele aldığımız, her fikre belirgin bir biçim verme ihtiyacı, hayalgücünün taşkınlığı ve sonsuza kadar sistemleştirme isteği; bütün bunlar sanatta da karşımıza çıkmaktadırlar. Biçimsiz, figürsüz veya süssüz hiçbir şey yok­tur. Parlak gotik sanat, nihayetsiz bir kapanış müziği gibidir: biçimler kendi gelişmeleri içinde kaybolmakta, her ayrıntı ince ince işlenmektedir; hiçbir çizgi yoktur ki karşılığı çizilmesin. Biçim, parlaklığı içinde, fikri istila etmektedir; söz, bütün hatları ve bütün yüzeyleri ele geçirmektedir. Bu, şu boşluk dehşetinin egemen olduğu bir sanattır ve bu durum, herhalde çökmekte olan kültürlerin karakteristiğidir.
Sayfa 370Kitabı okudu
Doğaüstü olarak gözüken herşey karşısındaki tutumlar, akılcı açıklama, dindar ve kendiliğinden bönlük ve şeytanın kurnazlık ile tuzaklarından duyulan kaygı arasında gidip gelmektediydiler. Zavallı bir isteriğin, dindar bir coşku için­de insanları bir süre avucuna alması ve sonunda maskesinin düşmesi nadir olaylardan değildir. İyi niyetli insan emin olamıyordu: aziz Augustinus ve Aquinolu aziz Tommaso şu sözü otoriteleriyle desteklemişlerdir: "Ommia quae visibiliter fiunt in hoc mundo possunt fieri per daemones" (Bu dünyada gö­rünen bir şekilde yapılan her şey şeytanların işi olabilir).
Reklam
Orta Çağın sonundaki gibi canlı bir hayal gücünün, safi­yane bir idealizmin ve güçlü bir duygusallığın egemenliği altındaki bir zihniyet, zihne sunulan her kavramın gerçekli­ğini kolaylıkla kabul eder. Bir fikre bir ad ve biçim verilince, gerçekliği de kabul edilir; böylece eğer deyim yerindeyse, manevi ve dinsel figürler sistemi içine girmiştir ve ister iste­mez onların inanılırlığını paylaşmaktadır.
Her tekil olay için bir açıklama bu kadar kolay kabul edilip, bu kadar katı bir şekilde benimsenirse, yanlış hüküm uygulamasının genelleşmesi tehlikesi kendiliğinden ortaya çıkar. Nietzsche, yanlış hükümler karşısında hiçbir şey yap­mamanın hayatı çekilmez kılacağını söylemiştir ve bazen geçmiş yüzyıllarda hayran olduğumuz yoğun hayatın, kısmen bu yanlı yargılama kolaylığından kaynaklanmış olması mümkündür. Büyük bir güç gerilimine ihtiyaç gösteren dö­nemlerde, sinirler hatalı yargıların yardımına muhtaçtırlar; Orta Çağ insanları sürekli bir zihinsel bunalım içinde ve par­tilerarası kinlerin etkisi altında yaşadıklarından, bu hatalı yargılar duyulmamış bir vahşet düzeyine çıkmışlardır. Bur­gonya düklerinin güttükleri dava, xvı. yüzyılda çok sayıda Fransıza (düklerin Alçak Ülkeler'deki uyruklarından söz et­miyorum), vatanlarına karşı sadakatsizlik, sonra da husumet ilham ettiyse, bu siyasal duygu ancak duygusal ve karmaşık bir kavramlar dokusuyla açıklanabilir. Çarpışmada öldürü­len düşmanı gülünç bir şekilde abartma konusundaki genel ve sürekli alışkanlığı bu bakış açısından ele almak gerekir. Chastellain'e göre, Gavre çarpışmasında dükün tarafından beş soylu ölürken, Gandlı asilerden yirmi veya otuz bini öl­müştür. Commines'in bu cins abartmalardan kaçınmasını, onun modenizminin veçhelerinden biri olarak görmemiz gerekir.
Sayfa 351Kitabı okudu
Acaba kilise, mistisizmin aşırılıkları karşısında neden hep alarma geçmiştir? Bütün bu kavram, dogma ve kutsallaştırmaların, coşku ateşi tarafından biçim ve imgelerle bir­likte yakılması tehlikesi nedeniyle. Oysa, mistik kendinden geçmenin doğası, Kilise için bir korunma unsuru içermek­teydi. Coşkunun aydınlığına yükselmek, biçimden ve imge­den arınmış bir seyirin yalnız yüksekliklerinde başı boş dolaşmak, tek ve mutlak ilkeyle birleşmeyi tatmak; bütün bun­lar mistik açıdan bir anın tekil bir lütfundan ibaretlerdi. Yük­sekliklerden aşağı tekrar inmek gerekiyordu. Aşırıların, peşlerindeki kayıp çocuklarla birlikte panteizm ve uçukluklar içinde kayboldukları da doğrudur. Buna karşılık diğerleri (ve büyük mistikler bunların arasından çıkmaktadırlar), iba­det usullerinin içine bilgece yerleştirilmiş esrarlar sistemiyle onları bekleyen Kilise'ye her zaman geri dönüyorlardı. Kilise, mistik ruhlara, belli bir anda tanrısallık ilkesiyle tam bir güvenlik içinde ve bireysel uçukluk tehlikesi olmadan tema­sa geçme olanağını sunuyordu. Kilise, mistik enerjiden tasarruf ediyordu ve işte bu nedenden ötürü mistisizmin onu teh­dit eden tehlikelerinden korunabiliyordu.
Her şeyi genel bir tipe indirgeme konusundaki bu eği­lim, bireysel çizgileri ayırmayı ve sınıflandırmayı becereme­diği iddia edilen Orta Çağ ziniyetinin bir zayıflığı olarak kabul edilmiştir. Fakat Orta Çağ insanı, şeylerin tekil özellik ve nüanslarını biliçli şekilde bir yana bırakmaktadır. Derin bir idealizmin sonucu olan bağımlılaştırma ihtiyacı, onu bu şekilde davranmaya yöneltmektedir. Söz konusu olan, tekil çiz­gileri ayırma yeteneksizliğinden çok, şeylerin anlamını, bunların mutlakla olan bağlantılarını, genel anlamlarını açıklamaya yönelik bilinçli iradedir. Kişisel olmayan, öneme sahip olandır. Her şey, model, örnek, ölçü olmaktadır.
Reklam
Orta Çağ insanı, bir şeyin doğasını veya nedenini bilmek istediğinde, bu şeyin çizgilerini genel fikrin doğrultusunda uzatacaktır. Söz konusu olan ister siyasal, ister toplumsal, is­terse ahlaki bir sorun olsun işe her zaman onu evrensel bir il­keden çıkarsayarak başlamaktadır. En sıradan şeyler, bu ba­kış açısından ele alınmaktadır.
Simgecilik, Orta Çağ düşüncesinin hayat soluğu gibiydi. Yokolmaya veya tamamen mekanik hale dönüşmeye başla­dığında, tanrı tarafından istenilmiş olan bağımlılıkların de­vasa yapısı artık bir ölüler kenti haline geliyordu. Şeyler ara­sındaki ilişkileri, onların özsel sayılan nitelikleri doğrultusunda gören sistematik bir idealizm, katılığa ve kısır bir sı­nıflandırmaya yönelmektedir.Kavramları çıkarsamacı bir şe­kilde bölmek, daha alt bölümlere ayırmak çok kolaydır. Ma­nevi gökyüzü, bu durumda az veya çok keyfi, sonsuz sayıda takım-yıldız barındıracaktır. Soyut bir mantığın kuralları dı­şında, sınıflandırmanın içindeki hataları ortaya çıkartacak hiçbir düzeltici bulunmamaktadır; zihin kendini aldatmakta ve yarattığı sisteme olan güveni fazlasıyla değerli bulmaya yönelmektedir.
Simgecilik, müziğin bizde uyandırdıklarına benzeyen, ilham yoluyla hissedilen ilişkilerin kusurlu çevirisiydi. Vide­mus nunc per speculum in aenigmate. Bir esrarın karşısında olunduğu bilinci bulunmaktaydı, fakat şekiller aynanın için­de farkedilmeye çalışılıyordu. İmgeler, ancak başka imgele­rin aracılığıyla açıklanabiliyorlardı. Simgecilik, bizzat yara­dılışın aynasının karşısında tutulan ikinci bir ayna gibiydi. Her kavram, şekle sokulu veya resimsel hale gelmişti. Dün­yanın temsili, bir katedralin ay ışığındaki dinginliğine ulaş­mıştı ve düşünce burada uykuya yatabilirdi.
Uyum, bütün ruhani alanlar arasında hüküm sürmekte­ dir. Eski Ahid, Yeni'sini haber vermektedir, dindışı tarih bu ikisini de yansıtmaktadır. Her fikrin etrafında, tıpkı kaleydoskoptaki gibi simetrik bir şekil oluşturan başka fikirler gruplanmaktadır. Nihayet bütün simgeler, İsa'nın kanı ile etinin şarap ve ekmeğe dönüşmelerinin meydana getirdiği merkezi esrarın etrafında gruplanmaktadırlar. Burada, sim­gesel benzerlikten daha fazlası, özdeşlik vardır. Mayasız kut­sal ekmek İsa'nın kendidir ve papaz bunu yerken, gerçekten İsa'nın mezarı haline gelmektedir. Her simge, en yüksek es­rarın gerçekliğine katılmakta; her anlam, mistik bir birliğe ulaşmaktadır.
219 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.