"Ortadoğu'da 1950'li yılların başında net bir biçimde algılanabilen "devrimci durum" askerî rejimlerle sonuçlanmışsa, bunun nedeni genç subayların kendi hiyerarşilerini de devirecek kadar radikalleşmiş olmalarının yanı sıra, aynı zamanda ihtilaflı taraflar arasındaki çatışmalara hakemlik edebilecek, bazı toplumsal taleplere öncelik taniyabilecek, diğerlerini erteleyebilecek ve toplumun bütününü ilgilendiren "ulusal" sorunu çözümleyebilecek "en vatansever" kategori olarak kabul edilmeleridir."
"Bir kaç yıl sonra başlatılan kimyasal savaş artık bu ölçütlere de uymaz; özel bir aileyi veya aşireti değil Behdinan bölgesi'nin tüm Kürt nüfusunun hedef alır. Kimyasal silahlar ilk kez 8 haziran 1986'da İran'daki bir Kürt mülteci kampına karşı kullanılır ve 132 kişinin ölümüne yol açarlar; daha sonra Nisan Temmuz 1987'de Irak içindeki bir çok Kürt köyüne karşı (Şeyh Visan, Sargalu, vb.) giderek daha kitlesel biçimde kullanılırlar. Kimyasal silahların daha sistemli kullanılışına giriş niteliğindeki bu operasyonlar 16 Mart 1988'de Halepçe'de Uluslararası bir görünürlük kazanırlar (5.000 ölü) ve 6 Eylül 1988'e kadar "Kahraman Enfal" operasyonu adıyla sürdürürlürler. Middle East Wact'a göre, bu operasyonlar sırasında yaklaşık 180.000 kişi ölmüş ve Hayatta Kalanlar kitlesel bir biçimde kaçıp büyük bölümü Türkiye'ye (60.000 kişi) e İran'a (15.000 kişi) kişi sığınmıştır biyolojik gücü imha edici biçimde kullanma uygulaması olan Enfal yaklaşık 4.000 köy ve mezranın yıkılması ve Behdinan bölgesindeki tüm bitkisel ve hayvansal yaşamın yok edilmesi ile sürecektir.
Middle East Wact, bu "Kürdistan Fethi'ni" soykırım oolaraktanımlayacaktır."
"Filistinli nüfusun "azınlık hâline haline sokulması," yanı siyasi ve hukuki açıdan bağımlı bir aktör haline getirilmesi ve 1948'den beri mülteci kamplarında yaşamak zorunda bırakılması şiddeti, Filistinli olmanın vazgeçilmez koşulu olarak kalıcı biçimde kurumsallaştırmıştır."
Son olarak, şu anda bir sorunsal haline getirmek mümkün görünmese de Ortadoğu'nun bütününde gözlemlenen bir hadise olan, toplumsal yorgunluğu da hesaba katmak gerekir. Toplumsal yorgunluk sadece ekonomilerin dünya sistemine yeterince entegre olamamasıyla, bu yüzden iktidarların kaynaklar ve onların yeniden dağılımı üzerinde geniş bir denetimi ellerinde tutmaya devam etmeleriyle, hatta devletin uyguladığı kitlesel zorla açıklanamaz. Bu yorgunluk, ''yeni bir eylem döngüsü''nün ertelenmesi sonucunda ortaya çıkan ''geçici bir ricat'' anlamına da gelmez. Bir yandan ''bıkkınlık zamansallığının, bireysel yazgıda bir düzelme umudu olmaksızın günü kurtarma çabası''nın bir sonucudur; diğer yandan, 1950'li yıllardan günümüze dek denenmiş ve her seferinde birçok kuşak üzerinden büyük çaplı kolektif kitle hareketlenmelerini beraberinde getirmiş siyasal formüllerin tükenmişliğinden de kaynaklanmaktadır.
"Şiddetin içinde vücut bulduğu öznellik rejimlerimin sonuçlarının bir sahanın yapılandırılmasıyla eklemlenmesinin en çok azınlık ve cemaat bağlamlarında gözlemlendiğine kuşku yoktu; bu bağlamda şiddet, öncelikle bir hâkimiyet sisteminin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır."