"Kırıldık ve acı çektik. Bu kadarı yeter! Acımızın hatırasıyla, hatamızın gül kızılı pişmanlığıyla geri dönme vakti. Altın fırsat elimizde. Kırık canları altın tebessümle onaralım..."
Bir kaç genç Ramazan ayında yaşlı birinin
kuytu bir köşede gizliden yemek yediğini görürler..
Alay ederek ; ''Hayırdır oruçlu değil misin dede''
Yaşlı adam : ''Tabi ki oruçluyum sadece su içip yemek yiyorum''
Gençler gülerek ''Gerçekten mi'' derler ..
Bedeli ödenmemiş sözleri söylemekten korusun Allah hepimizi.Hazır bulunmuş sözlerin seslendireni olmaya razı olmak korkunç bir nasipsizliktir.Ucuza alınmış lafların volumünü giderek yükselttikçe, biricik seçeneğinden yoksun kalır insan.Sırf kendisi söylüyor diye,söylediği hakikate yabancılaşır,ona tabi olmak yerine onu tabi kılar kendine.Dudakları uzaklaşır gerçeğin pınarından. Bir de üstüne,söz kalitesinden olur; koflaşır,boşalır içi.Vicdanını sözün seslendireni...
Kırık camın varlığı,diğer camların da kırılabileceğine dair bir haklılık üretir içimizde.Çöpün bizden önce oraya atılmış olması,oraya çöp atmanın bir alışkanlık olduğunu söyler bize.Çok geçmeden biz de o alışkanlığa alışır,alışık olunanı yapmakta haklı görürüz kendimizi.Cam ilk kırıldığında hafife alırsak,ağırlaşır cam kırıkları.Çöp ilk atıldığında umursamazsak,umursamazlığımız bir çöp dağını besler.Tam da "hafife almakla" açılan,umursamazlıkla genişleyen bir yol(suzluk)'u tarif eden sûre'nin merkez ayetinin konusudur cam kırıkları teorisi: "Yapmaya alıştıkları kötü işler,gitgide kalplerini paslandırdı." (Mutaffifîn, 83/14)