Bu kitap çok güzelmiş yaa
Bazı isimlere o kadar aşinayız ki eserlerini teğet geçiyoruz. Belki de hep duyduğumuz için merak ögesi etkisini kaybediyor. Tomris Uyar ve Otuzların Kadını’yla ilişkim böyle. Eleştirilere mazhar olan güzide kapaklarla benim ilgimi çekti Tomris, en azından bir bakayım dedim. Bir bakmadan külliyatı okuyayıma da geçtim
Otuzların Kadını öykü kitabı ancak bir romanın bütünlüğüne de sahip, roman olarak da yayımlansaymış yadırganmazmış. Tek başına da anlamlı öyküler, birlikte otuzlarında bir kadının portresini sunuyor. Öyküleri de Tomris annesinin portresinden yola çıkarak yazıyor. Birbirini teğet geçen aynı zamanda portreye girip çıkan öyküler. İçsel süreçleri ve toplumsal yapıyı aktarma biçimini, öykü aralarına notlarını-günlüğünü eklemesini çok beğendim. Dili sade ancak basitliğin sadeliği değil bu, lezzetli bir türkçe. Eleştirilerini de hiç beklemiyordum O Leyla da bizim Leylâ’ydı di mi, Leyla Erbil “ Eksiden olsa, o beni hercai bulurdu, ben onu hırçın.”
Neyse bu bir veda değil, Tomris’i daha çok konuşacağız.
Bu kısım benden başka kimseyi ilgilendirmez sanki, kendime not “İki ayrı dünyanın arasında da sanki simgesel bir mezarlık.” Bu satırlarda bir durdum, 2666’yı düşündüm. Sanki 2666 için yazılmış… yazılmamış da uymuş:)
Bir de uzun zamandır duymadığım “yılık”