Çok Çok Kısa Öyküler

Öykü Uçları

Ali Teoman

Öykü Uçları Posts

You can find Öykü Uçları books, Öykü Uçları quotes and quotes, Öykü Uçları authors, Öykü Uçları reviews and reviews on 1000Kitap.
*güzdönümü*
"Kapı altlarında ıslık çalan bu rüzgar, gün gelecek, göçmen kuşların cansız gövdelerini sürükleyecek kaldırım kenarlarında. Yapraklarını dökmüş ağaçların çıplak dalları, boş bir arsada yakılmış ateşi besleyen çalı çırpı, kapı önlerine konmuş yorgun ve asık suratlı plastik çöp torbaları. Sıvası yer yer dökülmüş bir duvarda, geçen yazdan kalma, yarısı yırtık bir konser afişi, çamaşır ipinde unutulmuş bir çorap teki. Bacalardan püsküren dumanın bir süre aheste asılı kalışı havada ve sonra kara parçacıklar halinde usulca yere inişi. Bu ağır güzdönümü sokağın."
"Sonunda o izbe vitrinin mülevves mermerinde yatmayacak mıyız hepimiz? Hepimizin göğsünü yırtan aynı kör bisturi olmayacak mı? Aynı habis iştahayla izale edilmeyecek mi bikrimiz?"
Reklam
Remil
Bir sigara almak için paketi başaşağı edip salladığında, çuhanın üstüne bir tutam kıyılmış tütün döküldü. Sigaraların zamanla gevşeyen ağızlarından elenmiş olmalıydı paketin dibine. Yer yer sigara yanıklarıyla kararmış koyu yeşil çuhanın pürtüklü dokusu üzerindeki bu toprak rengi tütün kırıntıları büklümlü bir remildi ona uzak bir masalın gizlerini fısıldayan. Uzanıp topladı bu eğri büğrü biçimleri ve tüm sırrı cebine doldurdu, bilmesin diye günışığı onun bildiklerini. Böylece gün, ayırdında olmaksızın bilisizliğinin, gölgelere soldu.
Şişe
Şiirler yazdı yıllarca, aşk ve ölüm şiirleri. Kimsenin onları okumasına izin vermedi. Bir gün büyük bir ateş yaktı bahçede. Güzdü. Kapkara bulutlar kaplamıştı göğü. Bahçeden topladığı sararmış yaprakları attı ateşe önce, ardından da defterlerini. Sözcükler duman olup uçtu, havaya karıştı. Geride kalan külleri toplayıp bir şişeye doldurdu ve balmumuyla mühürledi şişenin ağzını. Ertesi sabah erkenden kalkıp deniz kıyısına indi. Fırtınalı bir gündü. Azgın dalgalarla kabarıyordu deniz. Yanında getirdiği şişeyi olanca gücüyle fırlatıp denize attı. Şişe dalgaların arasında bir görünüp bir yok olurken, oturup izledi onu bir süre. Sonra ani bir kararla, sanki birdenbire aklına unuttuğu birşey gelmişçesine, kalkıp rıhtımın kıyısına yürüdü. Artık tek bir adımdı suyun kösnül coşkusundan onu ayıran.
Taşra İstasyonu
Camları sıcak nefesiyle buğulanmış ücra bir taşra istasyonunda bekliyordu seferi belirsiz bir trenin gelmesini. Bekleme salonu hemen hemen boştu, ondan başka yaşlı bir adam vardı yalnızca. Sırtındaki ucuz takım elbisesi eprimiş, dirsekleri yenmiş, yakası yağdan kararmış, hiç durmamacasına anlaşılmaz birşeyler mırıldanan yaşlı bir ayyaştı bu. Ya da kimbilir, bir meczuptu belki. Pencere kenarında oturduğu yerden, onun bulunduğu köşeye bakıyordu arada sırada. Bir an adamın ona birşey söylediğini sanarak irkildi, ama sonra ayırdına vardı aslında yalnızca kendi kendisiyle, ya da daha doğrusu kafasının içindeki ötekiyle habire didişip durduğunun. Başını çevirip pencereden dışarı, gece karanlığına baktı, camdaki buğunun daha da belirsizleştirdiği bu kapkara magmadan ansızın sıyrılıp çıkıvereceğini umduğu trenin ışıklarını görmek için. Ancak tek görebildiği, raylar boyunca dikili lamba direklerinin gecenin içinde yitip giden ölgün ışıklarıydı. Birden önceki gün çakısıyla ekmek doğrarken kestiği işaret parmağı sızladı pardösüsünün cebinde. Yumruğunu ve dişlerini sıktı. Anlaşılmaz bir mırıltı çıktı dudaklarının arasından.
Uzun Yol
Uzun bir yoldu, çok uzun. Sırtımda içine bu dünyadaki varımı yoğumu doldurduğum küçük ama ağır mı ağır bir çıkın vardı: Papirüs tomarları, kodeksler, gevrek parşömen üzerine aceleyle çiziktirilmiş soluk soluğa uçurum resimleri. İçi lifli hokkalarım, kamış kalemlerim ve mercan saplı kalemtıraşlarım meşin bir keseye, hayır, bir kopça kutusuna, hayır, bir yüksüğe sığmıştı. Usturamı, keskin ağzındaki sonuncu kan kurumadan kınına koymuştum. Yorgun bir yoldu, ölesiye yorgun, buğulu, suskun. Pusulam ilk çetin kavşakta şaşmış, haritalarım anut ama tıknefes bir katır gibi çölün ince kumunda sararmıştı. Ben, ki yümünsüz bir ip kaçkınıydım, yuvalarına batık gözlerim, ki karanlığa and içmiş, küskün birer münzeviydiler, ellerim ve ayaklarım, ki iri ve çıplak ve yaralı, vardılar. Parmakuçlarım, ki kösnüye doygun ve nasırlı.
Reklam
Yamçı
Sokur bir yamçıyım atını uçsuz bozkırlarda ırak bir menzile süren. Başımda keçe külah, sırtımda pıyrık aba, ayağımda manda gönünden yemeni. Mahmuzlarım kısrağımın böğrünü usulca yokluyor. Belimdeki kuşağa sokulu yatağanın çifte su verilmiş çeliği soğukluğuyla ısıtıyor içimi. Terkimdeki kubura sokulu yayım. Elimi attığımda, öküz bağırsağı kirişin dipdiri gerginliğini hissedebiliyorum nasırlı parmakuçlarımda. Ve sırtıma çaprazlama asılı sadakta ağırbaşlı bir sessizlikle hedefleriyle buluşmayı bekleyen oklarımın yumuşak kaz tüyleri. Yemek, içmek, avlanmak ve dinlenmek için durmam gerekmiyor. Keçi derisi tulumumda ağır ağır acıyan ılık su nefsime karşı cimrilikle yudum yudum içtiğim. Eyer çuluyla atımın terli sırtı arasında közsüz bir ateşle pişen ekşi ve tuzlu et. Geceleri değil ama uyku bastırdığında -gece ve gündüz, ışık ve karanlık bir çünkü benim için- atımın sırtında uğursuz bir akbaba gibi başımı omuzlarımın arasına çekip tedirgin bir kediuykusu uyuyorum.
Tören
Eski bir giysiyi temizlercesine özenle yuğdu, yıkadı ellerini. Devinimsizlikten uyuşmuş solgun yüzünün, ince uzun boynunun, azgın bir fırtınada karaya vurmuş köhne bir gemi leşi denli kırık dökük, paslı ve mahzun yininin tozunu aldı. Önündeki masanın üzerinde bire bir suyla karılmış bir tunç tas şarap vardı ve bir kırmızı gül ve bileylenmiş eğri namlusunda gümüşsü ışıltıların oynaştığı bir eğri yatağan. Ama o umursamıyordu. Etine soğuk, seğiren tenine çırılçıplaktı. Feri sönük gözleri, ki suları çoktan çekilmiş birer karanlık kuyu idiler, sıcaktan çatlamış toprak, sararmış ekin, dalında kurumuş pörsük yemiş, od artığı bir avuç kül, dalgırlı kunt mermerde balkıyan, ürperen, kağşayan, silik ve yorgun gölgesini gördüler. Işık öylesine uzak, vakit öylesine geçti. Güdük bir mumun titrek alevinde gün gitgide ırıyordu. Kabarık damarlarından yerdeki taşların üstüne ağır ağır ve kıvamlı, ama hınçla akıyordu gece.
Kafasının içi doluydu, söylenecek çok şeyi vardı daha, ama artık o yakıcı ivedilik duygusunu, söyleyeceklerini bir an önce söyleme zorunluğunu hissetmiyordu. Yavaş yavaş, ama olanca açıklığıyla anlamıştı: Söylemeye değecek ne vardı ki? Salt söylemek eylemi bile tümüyle anlamsız değil miydi? İlk romanını canlı ve çarpıcı sözcüklerle yazmıştı, son romanını ise derin ve ıssız bir suskunlukla yazdı.
Sayfa 49 - Son RomanKitabı okudu
Son Roman
Uzun ve güçlüklerle dolu bir yoldu geldiği. Gerçeğe ağır ağır ve zahmetle erdi. İlk romanı yayımlandığında yirmi sekiz yaşındaydı. Yazın dünyasında coşkuyla karşılandı kitap. Sıradan yapıtların egemenliğinde geçen kısır ve sönük bir onyıldan sonra, romanın nihayet yeni prensine kavuştuğu görüşünde birleşiyordu eleştirmenler. Bu görkemli çıkış nice başyapıtın muştucusuydu. Birkaç yıl boyunca yazın dergilerinin başlıca konusu oldu. Onunla söyleşi yapmak için yarışıyordu tüm editörler. Yazmakta olduğu yeni romanından kısa bölümler her ay değişik dergilerde yayımlanıyor, kitabevlerinin düzenlediği imza ve okuma günlerine çağrılıyordu. Sonra bu ilgi sönmeye başladı yavaş yavaş. Heyecanla beklenen yeni yapıt bir türlü tamamlanmıyordu. Kırklı yaşları otuzlu yaşlarından da sönük geçti. Tüm malzemesini o ilk romanda tükettiği ve söylenecek sözü kalmadığı söyleniyordu artık: Cephanesini tek atımda tüketmişti. Yanılıyorlardı: Bu değildi yazın dünyasında yankılar uyandıran ve satış rekorları kıran ilk romanının yayımlanışının üzerinden on yıldan uzun süre geçmesine karşın o çok beklenen ikinci romanı bir türlü yazmamış oluşunun nedeni. Kafasının içi doluydu, söylenecek çok şeyi vardı daha, ama artık o yakıcı ivedilik duygusunu, söyleyeceklerini bir an önce söyleme zorunluğunu hissetmiyordu. Yavaş yavaş, ama olanca açıklığıyla anlamıştı: Söylemeye değecek ne vardı ki? Salt söylemek eylemi bile tümüyle anlamsız değil miydi? İlk romanını canlı ve çarpıcı sözcüklerle yazmıştı, son romanını ise derin ve ıssız bir suskunlukla yazdı.
232 öğeden 151 ile 160 arasındakiler gösteriliyor.