“Neden bu kadar uzunsun?” diye sordum. Babam bunun eğelenceli olduğunu düşünmüştü ve koluna asılı bir halde saygıdeğer dostlarıyla konuşan pasaklı küçük kızıyla ilgili kimin ne düşündüğü de umrunda değildi.
“Tatlı bayan,” dedi Marius, “uzunum, çünkü ben bir barbarım!” Bir kahkaha attı. Küçük bir kadınmışım gibi benimle flört ediyordu, bu pek alışılmış bir şey değildi.
Neyse, onu gördüğüm anda kim olduğunu biliyordum; entelektüel bağlamda ‘kötü çocuk’ olduğunu, ona ‘şair’ ya da ‘aylak’ dendiğini duymuştum. Kimsenin bana söylememiş olduğu şey, onun aynı zamanda çok yakışıklı olduğuydu.
“Şimdi gitmemi istiyorsun değil mi?” dedin sonunda. Ayağa kalktın, yağmur damlalarıyla lekelenmiş pelerinini aldın ve elime bir öpücük kondurmak için nazikçe eğildin.
“Beni kendine çekiyorsun,” dedin, sıcak bir gülümsemeyle. “Neden?” “Çünkü içinde bir hikaye var; yazılmaya hazır bir biçimde seni bekliyor - sessizliğinin ve ıstırabının arkasında bir yerlerde sabırsızca bekliyor.”
Ölüleri etkileyecek bir saç değil tabii -Marius’un ya da Lestat’ın sarı saçları gibi mesela. Ama ben saçlarımı, özellikle de etrafımı örtü gibi sarmalarını çok seviyorum. Senin gözlerinde gördüklerimi çok sevdim.
Geri çekilmeni bekleyerek sana doğru uzandım, ama sen soğuk parmaklarıma sıcak, esmer elini uzattın. “Bende yaşayan bir şey mi buluyorsun?” diye sordum sana. “Oh, evet, kesinlikle, son derece parlak ve mükemmel bir yaşam enerjisi var sende.”